Romanın adı bu olunca “hâşâ” diyerek mi başlamak gerek acaba?

Oysa romanın ana karakterlerine baktığımızda onların bunu demeye bile takatleri yok. Başka insanlardan gördükleri zulüm Tanrının gazabından daha büyük zira…

Yazar Vitali Elkabes 1953 İstanbul doğumlu makine yüksek mühendisi, TC vatandaşı yani. Bunu en baştan belirtmemde fayda var ki yabancı bir yazar zannedilmesin. Daha önceden yayımlanmış iki kitabı daha var; ‘Şeytan Oradaydı’ ve ‘Melek Oradaydı’ Adlarından anlaşılacağı gibi ‘O Neredeydi’ serinin üçüncüsü.

Roman, 1917’de Birinci Dünya Savaşı sırasında Letonya’nın başkenti Riga’da başlıyor ve günümüz İstanbul’unda sona eriyor. Ve bu sürede Nazi askerlerinin katliamından kurtulmuş bebek Josef, savaşın tam içinde büyüyor…

Konu bu işte; Naziler Avrupa’yı işgal ettiklerinde Letonya’nın başkenti Riga’da çok zengin bir Yahudi aile tarafından evlât edinilmiş  Josef’in başına gelenler…

Roman, Josef’in annesi Anna Pohorovskaya’nın çocuğunun babası Yahudi ressama kavuşmak uğruna Riga’yı bir yük gemisiyle terk ederek Prag’a gitmek istemesiyle başlıyor. Çünkü ressam, o zamanki Bolşevik İhtilâlinden kaçarak Prag’a gitmiştir. Sivil, asker ayrımı yapmadan katliama programlı Nazi askerlerince denizin ortasında durdurulup kurşuna dizilen  talihsiz Anna ile gemi kaptanı da dahil  bütün personelinin haricinde saklanarak hayatta kalabilen iki kişi ve bir de her şeyden habersiz kamarasında uyuyan bebek Josef olmuştur. Zavallı bebeğin ileriki yaşamında görüp yaşayacakları okuyucuya  ‘keşke o zaman ölseydi de kurtulsaydı dünya cehenneminden!’ dedirtecek cinsten… Gerçi o zaman da bu roman olmazdı o başka.

Yazar, Josef için ilginç bir karakter çizmiş. Ahlâklı, mert ve kendinden emin; gerçek bir kahraman yani… Josef’in Riga’nın Jurmala sahilinde terk edilmiş vaziyette bulunmasını romanın giriş bölümünün sonu olarak kabul edersek asıl konu Josef’in delikanlılık çağında başlıyor. Yani İkinci Dünya Savaşı yılları…  Yıl 1941. Josef ilginç bir karakter dedim ya, insan ister istemez onun çocukluğunu merak ediyor. Bence romanın tek eksik yanı da bu; okuyucu Josef’i daha fazla tanımak istiyor, empati yapabilmesi için bu şart ancak bebekken sahile bırakılması dışında elde fazla bilgi yok. Çocukluğundan, üvey ailesiyle ilişkilerinden, okulundan, arkadaşlarından bahsedilmemiş… Böyle olunca da bir şeyler eksik kalmış…

Velâkin bu durumun asla romanın özünden, felsefesinden bir şey kaybettirmediğini belirteyim. Yazarın anlatımı gayet başarılı, okuyucuyu konuya dâhil edebiliyor, kent ve sosyal çevre tasvirleri gerçekçi, kişilikler kolay canlanıyor okuyanın gözünde, daha ne olsun! Varsın biz yalnızca Josef’in çocukluğunu merak etmekle kalalım… Okurda uyanan merak duygusu yazarın başarısıdır aslında. O merak tam olarak bu olmasa da ‘O Neredeydi’ iyi bir roman, gayet iyi hem de… Benim son zamanlarda okuduklarım içerisinde en fazla etkilendiğim diyebilirim.

Aynı zamanda okurken, “acaba gerçek bir hayat hikâyesi mi bu?” diye de düşündüren bir roman ‘O Neredeydi’. Çünkü romanın İstanbul finali fazlasıyla bunun ipuçlarını veriyor gibi. Varsın yazar romanın başında ‘…belirtilen karakterlerin tamamı hayal ürünüdür…’ desin… Sonra Nazi kampları, Riga Kenti’nin ayrıntıları çok gerçekçi…  Hatta romanı okurken öyle anlar geldi ki, açtım Google Earth’ü,  Josef’in büyüdüğü Hirshmann Malikhanesinin yerine yapılan oteli aradım Riga caddelerinde… Josef’in bırakıldığı Jurmala sahillerine baktım uzun uzun. Nazi kamplarının kıyısındaki Rumbula ormanlarına baktım içim titreyerek. İnsanın okuduğu romanın içine girmesi budur işte.

Romanın konusuna pek fazla girmek istemiyorum çünkü çok hızlı akan ve birbiriyle bağlantılı konular içeren bir kurguya sahip. Bununla beraber ana tema olan savaş ve savaşın tahrip ettiği insanların ruh halini anlatan Josef’in şu sözleri her şeyi özetliyor zaten:  “Tek Tanrı’ya ilk inanan insanlar Yahudilerdi. Yahudi anneden doğmadığım için beni Yahudi yapmadılar. Musa böyle demiş. ‘Seçilmiş’ ırk olan Yahudi olmak bu kadar zor olmasaydı belki öteki dinler de olmayacaktı. Musa’ya da kitabına da bu yüzden inanmadım. Sonra İsa’ya inananlar geldi. En az altı milyon masum Yahudi’yi seçip öldürdüler. Hristiyanların lideri Papa ve Vatikan bu katliamı durdurmak için çaba göstermedi. İsa’ya da kitabına da bu yüzden inanmadım. Dua edenlerin hepsi öldü, bir tek ben sağ kaldım. Oysa ben hiçbir dine inanmıyorum,”

Dinler kusursuzdu belki, insanlar onları kusurlu hale getirmişti bilinmez… Lâkin yazarın da belirttiği gibi dinin çizdiği sınırlar katliam nedeni olunca düşünsel isyan da kaçınılmaz oluyor. Din, dil, ırk ve dolayısıyla bunlara bağlı siyasî yapılanmalar geçmişte,  günümüzde ve gelecekte her daim insanların felâketi olmaya devam edecek. Bu romanın da özü bu…

Son bir not; Türkiye’de roman yazarlığı uzun bir serüven…  Pek çok iyi yazar birkaç eserini yayımladıktan sonra pes edip köşesine çekiliyor. Çünkü ülkede ‘yetenek avcısı’ yok. Alanında çok özgün ve başarılı olsan da inatçı olmadın mı silinip gidiyorsun. Bu yüzden olacak, bilinen duyulan eserlerden ziyade ilk eserlere daha meraklıyım. Tâbii bunun bir handikabı var, kayda değmeyen bir sürü kitapla vakit kaybedebiliyorsun. İyiyi bulmak biraz da derin suda balık avlamaya benziyor. Ancak arada tutulan bir büyük balık, oltaya takılan gösterişli orfoz misali her şeye bedel oluveriyor bir anda. ‘O Neredeydi’ bana bu zevki tattırdı işte.