Önceki Yazı: Roman nasıl yazılır?
https://mehmetmollaosmanoglu.com/2017/04/08/roman-nasil-yazilir/
♦◊♦◊♦◊♦◊♦◊♦◊♦◊♦◊♦◊♦◊
Bir yazarın ilk eserini yayınlatmak için çektiği zahmetler değişik mecralarda farklı biçimlerde anlatılır, istisnasız tek sonuç vardır; çok zor olduğu… Lafı hiç eğip bükmeden önce kendi maceram, sonra tavsiyelerim gelecek… Siz karar verin zor muymuş kolay mıymış…
2005 yılına doğru ilk romanıma son halini verip arkama şöyle bir yaslandığımda ‘dünyanın en muhteşem eserlerinden birisini’ ortaya çıkardığımdan emindim. Silik, ezik, karakteri oturmamış, despot baba kurbanı zengin ve aristokrat bir gencin, hayatına giren insanlar ve bir takım paranormal olaylar sonucunda yaşama meydan okuyan bir genç adama dönüşmesi bana göre epey sağlam konuydu. Everest’in, Doğan’ın, Altın’ın basmaması için hiçbir neden yok diye düşünüyordum. Gönlümden geçen yayıneviyse, o günlerde ‘Ferrarisini Satan Bilge’ ile epey popüler olmuş, kişisel gelişim türünde romanlar yayınlayan Goa’ydı. Dikkatinizi çekmiş olmalı, birinci lig yayınevleri arasında tercih yapan çaylak bir yazar adayıydım.
Dosyamı koltuğumun altına aldığım gibi Goa’nın adresinin yolunu tutma vakti geldiğinde, büyük bir yazar doğuyordu! Bakmayın kendimle dalga geçtiğime, özgüven her zaman iyidir kuşkusuz, hayal kırıklıklarını kaldırabilecek gücü de yanında taşıdığınız takdirde…
Kapıyı açan görevli beni güzel, hoş ve kibar bir hanıma yönlendirdi. O kişi dosyayı nezaketle aldı, inceleyip birkaç gün içinde haber vereceğini söyledi. Bana kalırsa, bu iş tamam, kala kala baskı işi kalmış, biraz da tanıtım yaptım mı!.. Binadan çıkarken, gazetelerde romanımın boy boy ilanlarını, kitapçı vitrinlerinde üst üste yığılarak dekor verilmiş kütleleri hayal ediyordum. Belki birkaç gazeteden röportaj talebi de gelir, ne konuşacağımı filan şimdiden düşünüp tasarlamalıydım. Hayat epey cömertti bana.
2 gün bulutlara basan ayaklarım 3. gün betonla buluştu. Nazik hanımefendi bizzat aradı ve üstelik özür dileyerek eserimin güzel olduğunu ancak kendi yayınevlerinin standartlarına uymadığını, bir başka yayınevinin mutlaka basmak isteyeceğini söyleyerek okşama soslu bir şamar atıverdi yüzüme.
Düşünekaldım, bu yayınevinin kitaplarından bolca okumuş olmasam ‘yayınevi standardı’ tabirine takılmayacağım ama içimde kibarca reddedildiğime dair şüpheler vardı, gönlümü yakan hayal kırıklığından bahsetmiyorum dahi…
Sonraki birkaç hafta ruh halim biraz karışık geçti, eserime güvenim artık kalp elektrosu misali yukarı-aşağı bir grafik şeklindeydi.
Ardından yeniden bir mücadele dönemi… Bu defa iki yayınevine daha gönderdim eserimi. Adlarını vermeme gerek çünkü Goa’daki hanımefendi gibi geri dönme zahmeti bile göstermediler. Telefon açınca da ‘olumlu olursa zaten size döneriz, siz arayıp durmayın ’ türünden yanıtlar geldi, aramadım bir daha…
Tamam belli olmuştu, bu iş zannettiğim gibi değildi. Kitap sevdasından vazgeçme süreci başlamıştı, işime gücüme bakacaktım artık. Böyle iki yıl geçti…
Bir gün bir gazetenin ekinde “yıllarınızı kitabınıza bir yayıncı bulmaya çalışarak harcamayın! Cinius’la on gün içerisinde kitabı yayınlanmış bir yazar olun,” diye bir ilan gördüm. Aklım karıncalanıverdi, hemen ilanı veren yayınevinin web sitesine girdim. Kişisel destekli yayıncılık gibi bir anlayışla işe giriştiklerini ve yazarın baskı ücretlerini karşılayacağını fakat editörlük hizmetiyle dağıtımını kendileri yapacaklarını filan öğrendim. Evet, profesyonel yayıncılık gibi değil ama kenarda bekleyen bir eserim var ve heba olup gitmesin, en azında bir kitabım olur diyerek CİNİUS’un kapısını çaldım. Ve sadece iki ay sonra ilk eserim ‘ATAERKİL’ raflardaydı…
Kuşkusuz iki yıl önceki iştiyakım, heyecanım, bulutlarda yürüme durumlarım filan yoktu artık. Aklımda bir konu vardı hallettim modundaydım. Yeni kitap yazacak malzemem vardı ama heves kalmamıştı işte. Gerçi Cinius yetkilileri romanımla ilgili motive edici şeyler söylüyordu, beğenmişlerdi.
Kitabımın çıktığı ve dağıtıma başlandığı günlerde Cinius’un sahibi Zeynep Hanım’la sohbet ediyorduk, bana romanımın güzel olduğunu, biraz daha edebiyatımı geliştirerek devam etmem gerektiğinden bahsediyordu. Önceki tecrübelerimi kendisiyle paylaşmıştım ve o da bana profesyonel yayınevlerinin böyle olduğunu, satma potansiyeli olmayan bir yazarın eserine para harcamayacaklarını onlara hak vererek anlatmıştı. Ben ısrarla iyi bir eseri yayınevi tanıtırsa neden satmasın diyordum… O da okur mantığının farklı olduğunu, genellikle iyi olanın değil popüler olanın tercih edildiğini iddia ediyordu (o zaman ikna olmuyordum-haklıymış) Devamında bütün zorluklara rağmen bu işe devam etmek istiyorsam bir yazar ajanı ile çalışmam gerektiğini söyledi ve isim verdi. Tam bunu konuşurken ilahi müdahale mi, şans mı, tesadüf mü ne derseniz deyin içeriye genç bir adam girdi ve Zeynep Hanım, ‘ah, biz de şimdi senden bahsediyorduk’ diyerek gelenle beni tanıştırdı; Yazar Ajanı Sayım Çınar idi.
Sayım Çınar’ın yazarlık hayatımın dönüm noktası olduğunu belirtmeliyim. Muhtemelen yazarlığa devam etmeyecekken, onun fikirleri ve telkinleriyle ‘bu işe devam edebilirim’ noktasına gelmem çok uzun sürmedi.
Ve Cinius’dan çıkan ilk kitabım ‘Ataerkil’ profesyonel bir tanıtım kampanyasıyla, ulusal medyada yer bulmaya, televizyon kanallarının kültür sanat programlarından teklif almaya başladı. Peş peşe, Kanaltürk ve CnnTürk’e çıktım…
Sonra ne oldu biliyor musunuz? İkinci kitabım Ata Mezarlığı, Goa’dan yayımlandı, hani şu en baştan beni reddeden, gönül koyduğum yayınevi… Çünkü bu defa Sayım Çınar aracılığıyla gidildi, ilaveten ilk kitabım da medyada yer bulmuş, bir parça reklamım olmuştu. Yayınevleri için risk alınabilecek bir yazardım artık.
Ha bu arada; hani ilk romanımı yazdığımda muhteşem bir eser yarattığıma inanıyordum ya! Şimdi fikrimi sorun… Hayır sormayın çünkü utanırım. Bugün 10 kitaba sahip bir yazar olarak ilk dört kitabımı oturdum yeniden yazdım diyeyim, siz de anlayın.
O zaman tavsiyeler gelsin:
♦◊♦◊♦◊♦◊♦◊♦◊♦◊♦◊♦◊♦◊
- Muhteşem bir konu iyi bir kitap demek değildir. Önce bunu bilerek işe koyulun.
*Benim gibi pat diye roman yayınlatma macerasına girişmektense evvela edebiyat sitelerinde yazılar yazmak pratiğinizi artırır, edebi anlamda geliştirir, üstelik tanınırlığınıza da katkı sağlar.
*Yeni amatör mecralardan Whattpad, eserinizi kitlelere ulaştırmada çok maharetli. İyi bir esere sahipseniz burada sivrilip, okuyucu(takipçi) sayısını artırarak büyük yayınevlerinden birisinden kitabınızı çıkarma şansınız çoğalır.
*Ülkemizin farklı edebiyat mecralarında her yıl değişik kategorilerde hikaye ve roman yarışmaları düzenlenir. Takip ederek eserinizi bu yarışmalara gönderin, derecelerden birisine girmeniz halinde eserinize yayınevi kapılarının açılması kuvvetlidir.
“Sosyal medyadan edineceğiniz yazar dostlar da sizin için referans olabilir. Tabii eserinizi ham haliyle okuyup onaylayacak ve yol gösterecek ‘alçakgönüllü’ yazar dostlardan bahsediyorum. Bu önerim fantezi değil, böyle piyasaya girmiş yazar arkadaşlarım var. Kuşkusuz gözünüze kestirdiğiniz bir yazara ‘merhaba, ben bir roman yazdım, yardımcı olur musunuz’ diye körlemesine girecek kadar düşüncesiz değilseniz… Dostluk süreç ister, unutmayın.
*Yayınevlerinin haline de bakmak gerekir. Zaman içinde samimi olduğum farklı editörler ve yayınevi sahiplerinden hep aynı yakınmayı duydum; ayda kırktan fazla dosya geliyormuş, bunların içinde zeytincilikten, patatesçilikten tut, Paris, Bangkok seyahatine kadar kocaman bir yelpazede Word dosyaları… Editör hangisine bakacak, hangi birini okuyacak, mümkün değil. Her yayınevi ortalama ayda 3-5 kitap basar, editör ancak basılacaklarla ilgilenebiliyor. Basılacak olanlar da referanslı (yazar ajanı, medya ve sosyal medya gücü olan) yeni yazarlarla, kendini ispatlamış bilinen-tanınan yazarlar oluyor haliyle. Bu nedenle reddetmek için ya kibarca ‘yayınevi standartları’ klişesine sığınılıyor yahut geri dönme gereği bile hissetmiyorlar. Hak verdim.
*Hadi diyelim eseriniz çok iyi, editör ilk sayfalara göz atmakla fark etti. Bir eseri ortaya çıkarmanın maliyeti var, tanıtımı var, bir de dağıtımı… Yayınevi bastığı kitabı önce dağıtım firmalarına pazarlamaya çalışır, onlar da satma potansiyeli olmayan bir yazarın kitabına pek yüz vermezler. Burada geçerli olan eserin iyi yahut kötü olması değil, yazarın satma potansiyeli. Bırakın satışı, dağıtımının dahi yapılması zor bir eseri yayınevi neden bassın, neden parayı boşa gömsün!
*Bazı profesyonel yayınevleri var ki, eğer eseriniz iyiyse baskı ve reklam ücreti adı altında sizden para talep edip kitabınızı yayınlayabilir, böylece maddi risk almamış olur fakat bu yayın dünyasında etik karşılanmadığı, yayınevinin kalitesini düşürdüğü gerekçeleriyle gizlice el altından yapılır; adamını bulmanız gerekir.
*Cinius, Sokak Kitapları gibi kişisel destekli yayıncılık, yazarlık başlangıcında iyi bir ilk adım olabilir. Bu türlü yayınevlerinin tek handikabı, parasını veren herkes eserini yayınlatabileceğinden edebiyat dünyasının ve otoritelerinin eserinize peşin yargıyla bakması olacaktır. Bununla beraber dünyada ve Türkiye’de pek çok iyi yazar vardır ki ilk eserlerini bu şekilde yayınlatmışlardır. Unutmamak lazım, iyi olan er ya da geç yerini bulur.
*Eğer yazarlık kariyeriniz için ayırabileceğiniz bütçeniz varsa, bir yazar ajanıyla çalışmak en zahmetsiz ve yorup üzmeyen yoldur. Elbette onların da kriterleri olduğunu, talepte bulunan her yazarla anlaşmayacağını da belirteyim, eserin elle tutulur tarafı olmalı, bunun için tavsiye bir önceki yazım; Kitap Nasıl Yazılır. Esasında ajan sizin edebiyat dünyasındaki temsilciniz olacak kişidir, iş ilişkisine bu pencereden bakmakta fayda var. Bunun yanında ajan, editörlük hizmeti sunacak, piar çalışmaları için yol gösterecek ve en önemlisi eserinizin konusu ve temasına uygun yayınevleriyle görüşmeler yapacaktır. Yayınevlerinin ajanla çalışan ‘tanınmamış’ bir yazarı kabul etme şansı kuvvetlidir.
*Bu kadar laftan sonra işin özü şu; edebiyatla ilgili web sitelerinde bolca vakit geçirin, paylaşımda bulunun, az-çok tanının, bir de çok kitap okuyun ve kendinizin muhteşem bulacağı değil, okuyanın onay vereceği eserler ortaya çıkarın, nasıl olsa bir şekilde yayınlatırsınız.
Mehmet Mollaosmanoğlu kitapları için:
http://www.kitapyurdu.com/yazar/mehmet-mollaosmanoglu/39503.html