Peşinen söyleyeyim, Peru ve Bolivya bir başka gezegen gibi, keşfetmeye ömrünüzün yarısı anca yeter, doymaya ise ömrünüz yetmez. Peru’dan sonra Bolivya da emsalsiz bir ülke… Evet, Peru’ya benziyor ama Peru’ya ait ne varsa bu ülkede daha yoğun daha kesif. Burada insanı ele geçiren bir ruh var, ister İnka Ruhu deyin, ister And Ruhu, ister Atacama Ruhu, kesinlikle huzur verici, dingin, sade ve iddiasız. ‘Ruhen hafiflemek’ tabirinin ne anlam içerdiğini ancak burada anlayabilirsiniz.

Son Peru kenti Puno’dan Bolivya’nın ilk şehri Copacabana’ya giderken: Titicaca Gölü.

 

Evet, on güne yakın süren Peru seyahatimizin ardından Bolivya’dayız…

 

Yolculuğumuzun bu aşamasına kadar geçen sürede, özel araçla Lima’dan yola çıkarak güneye doğru önce Atacama Çölü’nü kat ettik, sonra da doğuya yönelip And Dağları’nın bir kısmını… Güzergâhımız şöyleydi; Lima, Chinca Alta, Paracas, Nasca, Arequipa, Cusco, Ollantaytambo, Macchu Pichu ve Puno.

Peru’nun sonu, biraz ileride Kasani Sınır Kapısı’ndan Bolivya’ya gireceğiz…

Bolivya’ya doğru, Puno’dan sonra yaklaşık 1 saati bulan yolculuğumuz kıyı boyu sürdü. Kinoa tarlaları ve Titicaca mavisi eşliğinde tek şeritli asfalt yolun dingin-asude manzarasının terapi gibi geldiğini söylememe gerek yok. Karayoluyla yapılacak en güzel yolculuklar diye bir sıralama yapılsa ilk beşe girer, o kadar eminim.

Kasani Sınır Kapısı:Bolivya

Bolivya’ya Titicaca Gölü kıyısındaki Kasani Sınır Kapısı’ndan karayoluyla girdik. Bolivya plakalı başka bir özel araçla devam edeceğiz. Kolay ve zahmetsiz bir gümrük geçişi oldu. Bölge insanı genellikle güler yüzlü ve yardımsever olduğu için dolayısıyla görevliler de öyle. Bolivya’nın Titicaca Gölü kıyısındaki kenti Copacabana, bu sınır kapısından sonra 8 kilometre ileride.  Yaklaşık 10 bin kişinin yaşadığı Copacabana, Bolivya’nın tek sahil kenti özelliğini taşıyor, tabii bu sıfatı dünyanın en büyük göllerinden Titicaca kıyısında olma sebebiyle almış yoksa Bolivya’nın her hangi bir denize yahut okyanusa kıyısı yok. Bu nedenle Copacabana görünüş itibariyle de bir turizm şehri havasında. Sahil boyu oteller, pansiyonlar, lokantalar ve tekneler, yatlar rengârenk, ışıl ışıl…

Copacabana; biraz bakımsız ama doğal güzelliği başka…

Sahilin bu bildik görüntüsü kentin caddelerine girince kayboluyor. Peru’nun kırsal kesim şehirlerindeki etnik yapı burada da karşımıza çıkıveriyor hemen. Yerel giysili kadınlar, işçiliği kötü apartmanlar, yol boyu sıralanmış tezgahlarda yerel yiyecek satan işportacılar… Tıpkı geldiğimiz Peru kenti Puno gibi ‘salaşlığın yakıştığı’ bir şehir burası da. Samimi, doğal. Şehre ayak uydurmak için çok fazla zorlanmanıza gerek yok. Üstelik her köşe başında ilgi çeken bir görüntüyle karşılaşmak mümkün…

Güneş Adası’na giderken, arkada görünen Ay Adası…

Copacabana’yı özel kılan pek çok unsur sıralanabilir fakat en önemlisini anlatayım şimdi. Epey büyük olan ve üzerinde köyler, kasabalar bulunan Isla del Sol (Güneş Adası) daha küçük, Isla del Luna (Ay Adası)… İkisi de Copabana açıklarında yan yana duruyor ve İnkaların kutsal toprakları sayılıyor. Tufandan sonra İnka Tanrısı Viracocha’nın Güneş Adası’na inerek halkını yeniden toparladığına inanılıyor. Bu adalarda ta İnkalardan beri süregelen teraslama yöntemiyle yapılmış tarım uygulamaları halen devam ettiği için zamanda binlerce yıl öncesine gittiğinizi düşünmek abartı olmaz. Zaten Peru’nun And kırsallarına hakim olan yerel ve etnik yapı, asfalt yollar ve otomobillerle bir nebze olsa kırılıyorken Güneş Adası’nda otomobil ve asfalt yol olmadığı için tamamen yüz yıl geriye gittiğinizi kabul edebilirsiniz. Arazisi sarp ve engebeli olan adada ulaşımı sağlamak için eşekler kullanılıyor, bu yüzden adanın iskelesine yanaşan teknelerden çıkacak insanları bekleyen eşeklerle karşılaşıyorsunuz ilk tecrübe kabilinden. Müthiş bir deneyim.

Güneş Adası’nın iskelesi…

Isla del Sol’da yediğimiz öğlen yemeği için kelime bulmakta zorlanıyorum. Yamaçta, göl manzaralı, ada yerlisi bir ailenin oturduğu evin önü burası. Bildik lokantalardan değil yani, aileye misafir gitmiş gibisiniz. Etrafta oyun oynayan küçük çocuklar, kümes hayvanları ve sebze ekilmiş teraslar var. Ben hayatımda bu kadar iri taneli baklayı ilk defa burada gördüm. Titicaca Gölü’nün küçük balıklarından yedik, bizim hamsi görünümünde ama aynı lezzeti beklememek gerek tabi. Balıkla beraber gelen haşlanmış sebze tabağı için ise mucize gibi demek mümkün. İri taneli baklalar, yine iri taneli ve fildişi rengindeki mısırlarıyla o yöreye ait pembemsi patatesler muhteşem, vejetaryen değilseniz dahi ete tercih edebileceğiniz kadar lezzetliler. Başlangıçta içtiğimiz kinoalı ve sebzeli çorbanın da çok lezzetli olduğunu atlamayalım.

Güneş Adası’nda yemek yediğimiz ev-lokanta…

Titicaca’yla ilgili olarak son adımda adının kökeninden bahsetmek istiyorum, epey ilginç çünkü. Titi kelimesi yöredeki en çok kullanılan etnik dillerden Aymara Dili’nde jaguar (büyük kedi) anlamına geliyor. Caca (kaka okunur) ise kaya… Fakat  yine yöredeki en etkin dillerden Keçhua Dili’nde titi aynı zamana ‘kalay’ anlamına da geldiği için gölün adı hem Kalay Kayası hem de Jaguar Kayası diye tercüme edilebilir. İşte tam burada ilginç bir ayrıntı devreye giriyor. İnka inanışlarına göre tanrıları Viracocha’nın tezahürlerinden birisi Jaguardır ki bu hayvan yerel halk için kutsal sayılır. Jaguarın sadece G. Amerika’da yaşayan bir leopar cinsi olduğunu hatırlatmalıyım. Viracocha kim derseniz, Eski Sümer metinlerindeki Tanrı Addad, Hititlerdeki Tanrı Teşup… Bunun sağlam bir gerekçesi var, çünkü her üç tanrı da günümüze ulaşan eserlerde elinde yaba tutan bir erkek biçiminde tasvir edilmiş, üstelik pe birbirinden habersiz kültürler tarafından… Titicaca Gölü’ne yaklaşık 750 km. mesafede, Peru’nun Paracas sahilinde de yamaca işlenmiş devasa bir yaba figürü de gizem araştırmacılarının ilgisini çekmeye devam ediyor. Şimdi bu yaba figüründen yola çıkınca tuhaf bir Sümer-Hitit-İnka bağlantısına ulaşmak mümkün. Sümer metinleriyle, Tevrat’taki Eyüp kitabı ise kıymetli madenlerin çıkarıldığı bir kalay diyarından bahseder. Bu konuyu bir adım öte götüren Zecharia Sitchin ise Titicaca Gölü’nün geçmişte yaşamış gelişmiş bir medeniyet tarafından çıkarılmış maden ocaklarının yatağı olduğunu iddia eder. Titicaca’nın yerel adını öğrenmiştik, bu durumda yukarıda bahsettiğim bütün bağlantılar ve iddialar çok ters durmuyor değil mi? İşte Titicaca Gölü’nü görmek, havasını solumak, göldeki balıklardan yemek için muhteşem bir sebep size…

Güneş Adası’nın haşlanmış sebzeleri çok lezzetli…

Gelelim yeniden Copacabana şehrine…

 

Şehir merkezine akşam girebilme fırsatı bulduk. Ben gece de yaşayan şehirleri severim, cıvıl cıvıl, ışıl ışıl bir meydan ve bu meydana açılan kalabalık sokaklar, seyyar satıcılar, müzik sesleri… Çok büyük olmasa da bir turizm kenti olmasından kaynaklanan doğal sonuç diyeceğim ama çok fazla turist görünmüyor etrafta, Bolivya’nın kendi yerel halkı… Sokaklarda rengârenk yerel giysili kadınlar, siyah takım elbiseli erkekler, hepsi çok şık… Pek çok erkek fazla içmiş, sarhoş, karsının kolunda yalpalıyor, bir iki tane içkiden yüzü gözü kaymış yerli kadın da görünüyor, her şey çok eğlenceli. Karnaval gibi. Zannediyorum hafta sonu olması bu görüntüyü ortaya çıkarıyor. Bir yerde düğün var mesela, bir başka açık eğlence alanında nişan türünden bir etkinlik… Diyorum ya mutluluk yayılıyor her yerden, biz de mutluluğun resimlerini çekiyoruz bol bol

Cobacabana Sokaklarından iki görüntü, biri gündüz öbürü gece. Kadınlar sarhoş  🙂

Sonuç itibariyle Copacabana insana keyif ve huzur veren bir şehir. İnsanlar fakir ama mutlu ve güler yüzlü. Sokaklar bakımsız, pejmürde ama pis değil. Yapılar kötü işçinin elinden çıkmış belli, özensiz ama farklı mimarileriyle de ilgi çekici bir yandan…

 

O gece Titicaca Gölü’ne bakan küçük ama odaları birer kral dairesi kadar geniş ve şık döşenmiş otelimizde geceledik. Ertesi gün Tiwanaku ve başkent LaPaz’a karayoluyla devam edeceğiz. Biz Copacabana’yı çok sevdik. Titicaca’yı da ta Puno’dan beri çok seviyorduk zaten. Ruhunu beslemeyi bilenler ve buna önem verenler için buraya benzeyen daha iyi bir coğrafya yok, bana inanın.

 

Hep söylerim; buz gibi soğuk havası, aynı tornadan çıkmış benzer şehirleri, robot kadar donuk insanları, bir de geleni vizeyle-gümrükle filan aşağılayıp duran Avrupa’ya gitmeyi seyahat zannetmeyin.Hakiki bir yolculuksa niyetiniz sadece birkaç saat daha fazla uçacaksınız… Viva Bolivia.

Copacabana…

Güney Amerika ülkelerine gidecekler bu yazımı okuyabilir, işe yarayacak pek çok bilgi toparladım:

https://mehmetmollaosmanoglu.com/2016/04/28/guney-amerika-rehberi/