‘Peru uzak,’ dediler… ‘Daha on beş sene öncesine kadar Alanya’dan İstanbul’a otobüsle on dört saatte gidiyorduk,’ dedim. Elbette bu kıyas işin bahanesi, sonuçta insan denilen varlık, hayvanın bir üst tekâmülünden olup her şartta ve koşulda karar verme yeteneğine sahip bir canlı türüdür. Bu da şu demek; kafasına koyduğunu yapar.

Peru-map
Peru’dan Bolivya’ya kadar olan güzergahımız…

İşte, bende de Peru, Bolivya ve Şili neredeyse on yıldır takıntı halinde. İş hayatı, çocukların okulu filan derken kafaya konulanın yapılmasını biraz geciktirdi fakat engellemedi.

Evet, Peru Türkiye’ye uzak fakat asla zor değil. Türk Hava Yolları’nın Brezilya/Sao Paulo’ya direk uçuşu var. On iki saat sürüyor. Türkiye’den sabah uçuyorsunuz, Brezilya zamanıyla ikindi saatlerinde oradasınız. Pencere kenarında uçuyorsanız Atlas Okyanusu üzerindeki bulutların güzelliğini seyretmek keyif verici bir deneyim.

resim-1
Ortadaki kare Rio de Jenerio…

Peru için bir altı saat daha uçmak gerekiyor. (Edit: Bu yazıyı yazdıktan 1 sene sonra THY İstanbul-Kolombiya uçuşuna başladı. Lima, Kolombiya Başkenti Bogota’dan 2 saat mesafede. Artık daha kısa sürede ulaşmak mümkün) Biz, ekâbir – ehli keyif (bu terimlerin Türkçesi neden yok?) adamlar olarak o akşam Sao Paulo’da dinlenip sabaha karşı yola devam ettik. Sao Paulo için fikir beyan etmem gerekirse bir ‘gökdelen tarlası’ olduğundan başka bir şey söyleyemem. Malum jet-lag filan derken şehirden vazgeçip, yattığın yatağı beğeniyorsun ancak.

Brezilya-Peru arasında artık THY yok, LAN Havayolları ile uçtuk ve THY’nı takdirle, minnetle andık, ulusal havayolumuzla gurur duymamız gerektiğini anladık. Ve Lima… Sürekli bulutlar ve sisler arasında yolculuk ettiğimiz için sabah saatlerinde Pasifik üzerinden Lima’nın Uluslararası Jorge Chavez Havalimanı’na inerken sisten kurtulmamızla kahvenin gerçek rengine sahip araziyle yüz yüze geliverdik. Sonradan bu çeşit kahverengi Peru’nun her yerinde karşımıza çıktı. Evet, nur topu gibi bir Peru kahverengisi diyeceğimiz rengimiz oldu.

Şekil 2: Peru Kahverengisi
Peru Kahverengisi

Lima için enteresan, masalsı, büyülü,  gibi sıfatlar kullanılabilir fakat bence katman katman bir kent… Sanrı gibi… Üstelik bu katmanlar insanın ruhuna işleyecek kadar belirgin. Örneğin, havalimanından kent merkezine doğru ilerlerken Callao adlı bir semtten geçiyorsunuz. Birbirini dik kesen sokaklar ile caddeler ve en fazla üç katlı evler tamamen birbirinin aynısı. Pek çoğu tuğlalı, sıvasız evler… Arkadaşım Murat Satı, ‘Bu ülkede sıvacılık denen bir meslek yok galiba!’ diyor. Ben de, ‘Burada seçilebilecek son meslek sıvacılık olmalı,’ diyerek destekliyorum. Murat belediyeci (imar müdürü), anında patlatıyor şakayı, ‘Bana bağlasınlar Lima’yı, derhal kentsel dönüşüm başlatayım,’ diyor. Gözünüzün önünde canlandı mı bilmiyorum ama Lima’nın, Callao bölgesine kesif bir pejmürdelik hâkim. Bununla beraber son derece düzgün ve geniş caddeler ferahlık duygusu veriyor. Yine de monotonluktan söz etmek mümkün ve bu tekdüzelik ruhunuza işliyor hatta bundan kurtulamayacağınızı zannediyorsunuz. Hayır, rahatsızlık veren bir durum değil bu, hani bazen sakin, tembel bir hayat istersiniz, köy, kır havasına hasret duyarsınız ya, yormayan, uğraştırmayan… İşte onu buluyorsunuz bu monotonlukta. Sanki yaşama devam edebilmek için çok fazla çabaya gerek yokmuş hissi. Son model otomobillerin, muhteşem sitelerin, paranın su gibi akıttığı eğlence gecelerinin, baloların, çanta çanta dolaşılan alışveriş merkezlerinin hiçbir vakit muhabbeti olmayacak bir yaşam biçimi düşünün, öyle. Kesinlikle kendine özgü, ilgi çekici ve daha önce rastlanmayan bir ‘Peru’ya ait’ doku. Her taraftan teller uzanıyor, direkler dersen ahşabı, metali, süslüsü, paslısı tam bir curcuna. Korna sesi kulaklarda ağır metal müzik etkisi yaratıyor… Gerçek değilmiş gibi, zaten o yüzden ‘sanrılı kent’ diyorum Lima’ya.

Ulllkntitled-1
Callao Bölgesi

Callao’dan sonra Pasifik sahilinde devam ediyoruz. İleride gökdelenler görünüyor, bu iyi bir şey mi, henüz emin değilim. Bir masalın içindeyken gerçek hayata geçiverecekmişsiniz gibi bir duygu. Çelişki yaratan bir durum, hatta kafa yoran… Bu çalkantı içinde kent merkezine doğru özel aracımız ve rehberimizle yol alırken, yolla okyanus arasındaki sahil şeridinde uzanan yeşil alanda bir büst gözüme çarpıyor, ‘Murat!’ diye bağırıyorum, ‘Şu Atatürk büstü değil mi? Gel gör ki bizi otele götüren otomobil fazla kalabalık olmayan otoyolda roket gibi yol aldığından geriye dönüp bakmak da kâr etmiyor, iddiam havada kalıveriyor. Murat dalga geçiyor, ‘Memleket hasreti erken başladı sende, Atatürk’ün ne işi olur Peru’da’ diyor. Ön koltukta oturan rehberimiz Axel’e soruyoruz, dudak büküyor, Lima’da bir Atatürk büstü olduğundan haberi yok. Oysa Axel, Türkiye’den Güney Amerika’ya turist gönderen bir seyahat acentesinin sürekli rehberi, üstelik üzerinde Türkiye yazan bir tişört de giymiş o gün. Axel bilmiyorsa muhtemelen yoktur ve yanıldım diye düşünmek istiyorum fakat küçük ihtimaller aklımı hep tırmalar. Bu Atatürk büstü işinin peşini bırakmayacağım.

Ve az sonra Lima’nın modern yüzü, gökdelenler ve kocaman parklarla dolu Miraflores’e geliyoruz. Burası tıpkı Antalya gibi falezler üzerine kurulmuş bir semt ve okyanusa tepeden bakıyor. Apartman-yeşil dengesi iyi ayarlanmış. Yine de çok şaşırtıcı bir görüntü yok, İstanbul’un Levent semtinde gidiyormuş gibi bir his; yok, yok tam öyle değil, Levent’i alın Antalya’nın Lara’sına yerleştirin, öyle… Sakin, pejmürde ve tamamen yerel, ‘üçüncü dünyamsı ’  Callao’dan sonra modern ve lüks Miraflores. Beş dakika arayla iki farklı kent dokusu…

dsc_3954-dsc_3956_snapseed
MİRAFLORES
20150425_165235
Sahilden bakış, Miraflores

Otelimiz Miraflores’in ortalarında, Dazzler Lima, dört yıldızlı, o bilinen camlı gökdelen yapılardan birisi. Personel güler yüzlü ve profesyonel, ilk girişten itibaren samimi bir hava yansıtıyorlar. Ancak sonradan anlayacağız ki bütün Peru halkı böyle. Odalarımız kocaman ve lüks. Mini mutfağı, kanepesi, yatağı derken süit daire kıvamında… Yine sonradan diğer kentlerdeki otellerin de böyle olduğunu göreceğiz ve Peru otellerine gönülden duble beş yıldızlar dağıtacağız.

Dazzler Lima’da, yaşantımız boyunca yaptığımız kahvaltıların en güzeline tanık oluyoruz. Ekmek çeşitlerinden, reçellere, ezmelere kadar ilk defa gördüğümüz ve tattığımız, hayran kaldığımız lezzetler… Pek çoğunun ne reçeli, ne ezmesi olduğunu bile anlayamadık. Beyaz ekmeklerin pirinç unu olduğunu düşündük önce ama sonra pirincin Peru’da çok yaygın kullanılmadığını fark ettik. O kadar peynir-reçel-ekmek ve ezme çeşidi arasında lezzet bombardımanına tutulduğumuzdan sormayı da akıl edemedik, gerçi hangi birisini soracaktık! Sorsak, alacağımız cevap duymadığımız isimler olacak, akılda da tutamayacağız… İşte böyle merak kalacak geriye.

öööUntitled-1
Sabah kahvaltısı

Öğleden sonra rehberimiz Axel bize kenti gezdirmek için otelden alıyor. Benim aklımda hâlâ Atatürk büstü var ama yön duygum kuvvetlidir, Axel bizi Miraflores sahilinden güneye götürüyor. Havalimanı kuzeydeydi, dolayısıyla büst de o tarafta kaldı.

Miraflores sahili boyunca falezler üzerinden Pasifiği seyrederek ilerliyoruz. Daha evvel de dikkatimi çektiği gibi yolun okyanus tarafı parklar, seyir terasları ve büfe-kafeterya türü yapılarla çevrili. Manzara ve ortam muhteşem… Etraf kalabalık, daha çok gençler ve turist grupları dikkat çekiyor. İlk durağımız içinde kocaman bir heykel olan park, büfe ve seyir terasından oluşan dinlenme alanı. Aşk Parkı’ymış adı (Parque del amor) Hiç vakit kaybetmeden heykeli anlatacağım, yoksa kalemim buz tutar yazamam. Efendim bu heykel pek bizde olan türden değil, hatta olabilecek türden de değil, hatta hatta yüz sene sonra dahi olabilecek türden bile değil. Sevişen bir kadınla erkek resmedilmiş bu heykelde. O yüzden bizde imkânsız diyorum. Malum ülkemizin de bulunduğu Ortadoğu topraklarında ahlak ve namus kavramları kadın erkek ilişkileri etrafında döner. Hani hak yersin, ticarette kurnazlık yapar rant sağlarsın, tefecilik yapar can yakarsın da namus-ahlak sınıfına girmez, adam döversin, yaralarsın hatta öldürürsün yine namus-ahlak denmez de seversin, aşık olursun, sevişirsin, öpüşürsün kan akar… Neyse, zaten bu sevgi kavramı sadece heykelde değil, her yerde göze çarpıyor, çiftler sarılarak öpüşerek yürüyor yollarda, vitrinlerde öpüşen cansız mankenler görebiliyorsunuz. Alışveriş yaptığınız, konuştuğunuz, bir şeyler sorduğunuz insanlar sevgiyle tebessümle karşılık veriyorlar. Pek alışık olmadığımız bir durum.

20150425_112530
Murat Satı ve ben Miraflores’te

Parktan biraz sonra yine falezlerin başına kurulmuş Larcomar Alışveriş Merkezi görmeden geçilmeyecek yerlerden birisi. Teraslarla aşağı doğru inilen ve büyük bir kısmı açık olan çarşının manzarası muhteşem… Kafeteryaların birisinde oturup Okyanusu ve Lima körfezini seyretmeden ölünmemeli… Evet bu kadar iddialı. Ha şunu da belirtmeden geçmek olmaz, kocaman Peru seyahatimizde gördüğümüz tek alışveriş merkezi burası oldu (iki üç tane daha varmış-Google bilgisi) En azından bizdeki gibi adım başı AVM yok, gözümüze girip durmuyor. O kadar çok Pazar gördük ki AVM’ye gerek kalmadığını zaten peşinen anlıyorsunuz. İnsanlar pazarlardan alışveriş yapmayı seviyor hâlâ. Bunun nedenlerini anlamak zor değil, Peru küresel sermayeyi pek sokmamış içine. Halkı Amerika’dan hoşlanmıyor, dolayısıyla sağda solda sık sık Mc Donaldslar, Levisler, Burger Kingler filan görmüyorsunuz, onları aratmayan kendi fast-food markalarını oluşturmuşlar ve tıpkı oteldeki kahvaltı gibi pek çoğunun ne olduğunu anlayamıyorsunuz. Fakat belirtmeden olmaz, ürünleri doğal ve daha çok sebze-meyve çeşitleri olduğu için gönül rahatlığıyla yiyip içebiliyorsunuz. Üstelik son derece lezzetli hepsi… Sırf Peru mutfağı için bile bir kere daha gidilir, uzak olmasa defalarca da gidilir, ben yazdım bir kenara, siz de sokun aklınıza.

Larcomar alışveriş merkezi

Sırada Lima’nın güney ucu Casa Chorillos var. Kent burada bitiyor, çünkü yüksek tepeler okyanusla bağı kesmiş. Tepenin zirvelerinde kocaman bir İsa Heykeli ile bizim ‘Meçhul Asker’ kıvamında bir kahramanlık heykeli kenti gözetliyor, haliyle kenti buralara taşırmamışlar. Zaten aşağılar, bizim bulunduğumuz sahil kısmı hariç gecekondu mahalleleri… Ha, aynı tepede bir müzeyle, radar benzeri tesisler de görünüyor ama işin açığı hepsini merak edip görecek vaktimiz yok. Hem laf aramızda onlarca çelik direk (muhtemelen yansıtıcı, verici türünden işlevleri var) çirkin görünüyor. Mars tepelerinde insan yapımı çelik montajlı yapılar gören bir astronot da hayretle karışık bir memnuniyetsizlik ifadesiyle bizim gibi hislerle dolar zannımca. Peru kahverengisinin tamamen hâkim olduğu bir yer burası da. Sahilde parklar, turistik tesisler, kafeteryalar filan var; yukarıdan seyrettik. Karşıda Lima, altımızda okyanus derken koşu yapan sporcuların arasından daha güneye doğru yürüdük. Lima, tepenin arkasında kaldı ve biz kesif bir kahverengiye –Peru Kahverengisine-  gömülmekte gecikmedik.  Salto del Frailo bir körfez, az önce bahsettiğim heykellerin bulunduğu tepenin arkası oluyor. Enteresan bir doğa yapısı var. Bana kalırsa Lima’da görülecek en önemli yerlerden birisi. Kayaların üzerindeki otantik görünümlü lokantada yemek yiyebilir, ayrıca keşiş kılıklı bir göstericinin meditasyonvari hareketler yaparak kayanın tepesinden okyanus sularına atlayışını seyredebilirsiniz, tabii bahşişini vermek kaydıyla…  Biraz daha ileride ise Herradura Plajı ve plaj tesisleri görünüyor fakat oraya kadar gitmeye gerek duymadık.

Salto del Frailo daha geride Herradura Plajı.
Salto del Frailo daha geride Herradura Plajı.

Plaza de Armas… Latin Amerika ülkelerini gezenler bilir, köy-kasaba-metropol fark etmez her yerleşim biriminin bir Plaza de Armas’ı vardır, yani merkez, ana meydan… Plaza de Armasların başlıca özelliği bir kilisenin yahut görkemli bir katedralin önünde olmaları. Zaten Güney Amerika ülkelerindeki bütün muhteşem yapılar kiliselerdir. Biz de Chorillos tepesinin ardından Lima’nın Plaza de Armas’ına geldik. Kocaman bir meydan burası, kalabalık ve cıvıl cıvıl… Etraf katedraller, kiliseler ve bilmediğimiz yığınla tarihi yapılarla çevrili. Koloniyel dönemin bütün izleri hâlâ capcanlı duruyor. Yapılardaki cumbalar ve işlemelerden gözümüzü alamadık. Taşların her bir zerresine işlemiş ortaçağ ruhu zaten uyuşturucu gibi, sanrı değil gerçeği görüyorsunuz fakat bir yandan da sanrıdaymış gibi hislere kapılıyorsunuz. Anlatmak zor… Böyle, böyle hepsini gezip görelim dersek üç dört gün lazım. Biz sadece meydana yürüme mesafesindeki San Fransisco Kilisesi’ni gezdik. Burasını tercih etmemizin nedeni içindeki eski kütüphane ve bodrumdaki mahzenlerde yer alan mezar odaları oldu. Kütüphane için muhteşem kelimesi yetersiz, sizi Yüzüklerin Efendisi türünden fantastik bir dünyada hissettiren oya gibi işlenmiş ahşap rafların içerisindeki eski kocaman kitaplar karşılıyor fakat uzaktan bakmak zorundasınız. Ellediğinizde dökülüverecek kadar eski görünen kitapları insan hışmından korumanın başka yolu yok. Resim çekmek yasak, fakat cep telefonlarıyla gizli gizli çekenler gördük, biz buralara kadar gelmiş yegâne Türkler olarak şanımıza leke sürdürmeyelim diyerek riski göze alamadık. Gerçi Murat sonradan kendisini engellediğimi söyleyerek suçu bana atmakta gecikmedi ama giden gitti, biten bitti, geçmiş olsun. Arşivimiz bu harikulade kütüphaneden mahrum kaldı. Mezar odalarını ise ben şahsen çok etkileyici bulmadım, evet ortalıkta bol bol kurukafa, kemik var ama ne beklediğimi o anda bilemediğim hafif bir hayalkırıklığıyla ayrıldım. Ne beklediğimin yanıtını sonra bulacakmışım meğer, birkaç gün sonra… Gideceğimiz diğer şehirlerde insanımsı (uzaylı mı?) kafataslarıyla yüz yüze gelince. Evet, ama bu sonraki yazılarımın konusu, şimdilik Lima’ya devam…

yyyyUntitled-1
Plaza de Armas -LİMA

Palaza de Armas’ın etrafında bol miktarda yöresel kıyafet ve hediyelik eşya satan dükkanlar ve pasajlar var. Burada her türlü tipik Peru ürünlerinden bulabilirsiniz. Benim tavsiyem, meydanın güneyindeki ilk caddeden (Jiron Ucayali Cad.) doğuya doğru yürüyün 500 metre ileride bir Çin Pazarı var. Çin ürünlerine ilgiliyseniz alışveriş yapabilirsiniz fakat benim tavsiyem Çin Pazarı’nın başlangıcındaki kocaman kapalı halk pazarı. Peru’ya ait meyveler, sebzeler, bakliyat, tahıl, şifalı otlar, devekuşundan balık çeşitlerine kadar hayvan etleri… Ayrıca meraklısı bilir, yöresel Maca Tozu, Coca Tozu ve Çayı, Peruvian Huanarpo Tozu ile ayrıca bu enerji kaynağı bitkilerin şekerlemeleri vs… Hepsini bulabilirsiniz pazarda. Hatta ben yöresel bakla, mısır, fasulye tohumları aldım getirdim memlekete, bahçeme ekeceğim,  bakalım oradakiler gibi lezzetli ve doğal ürünler elde edebilecek miyim! Lima’da sakın bu halk pazarını atlamayın.

17022343_10155143136007904_5055685007541016963_n
Halk Pazarı civarı

Plaza de Armas’a yakın sayılabilecek ama yürüme mesafesinde olmayan bir de Gamarra Çarşısı var. Taksiyle gidin, Lima’da taksiler çok ucuz, taksimetre yok ama sizi kazıklamıyorlar. Gamarra bölge ruhunu iyi yansıtan, bizim Mahmutpaşa türevi kalabalık bir merkez ama çok büyük olduğunu söylemeliyim. Hayatımın en lezzetli haşlanmış mısırını burada yediğimi de belirteyim. Hem Plaza Armas- Çin Pazarı arası hem de Gamarra  kesinlikle yürüyerek dolaşılacak bölgeler, ayaklarınıza karasular inse de yürünmeli ve görülmeli… Hatta görülmeden ölünmemeli diyeceğim de çok iddialı olacak, dönülmemeli diyelim yerine otursun.

 

16995991_10155143171207904_1744336052223205528_n
Gamarra Çarşısı

Unutmadan, Plaza de Armas’ın etrafındaki yöresel ürünler satan pasajların bir benzeri Miraflores’de de var. Eğer Miraflores’de kalıyorsanız buradaki ‘İnka Market’ ‘Cusco Market’ ‘İndian Market’ gibi büyüklü küçüklü, yan yana sıralanmış pek çok pasajı dolaşıp alışveriş  yapabilirsiniz. Fiyatlar Plaza de Armas’dakilerden çok farklı değil hatta burada daha fazla çeşit var. Miraflores’in merkezi kabul edilen Ovalo de Miraflores Meydanı’na çok yakın, en fazla 300 metre ve Avenida Petit  Thouars (Avenida, cadde demek) boyunca sağlı sollu sıralanmış dükkanlar kolay fark ediliyor.

Akşam olmak üzere, otele geri döneceğiz. Aklımda hâlâ Atatürk büstü var ve tahminim doğruysa şu anda olduğumuz yer şehrin kuzeyi… Yaşadığı kentte bir Atatürk büstü olduğundan dahi bihaber rehberimiz Axel’den havalimanından otele gittiğimiz güzergâhı kullanmasını istiyoruz. Lima merkezi kabul edilen Plaza de Armas’tan sahile inerek Miraflores istikametinde ilerlerken gözüm okyanus tarafında ve göreceğim büstte… Murat, ‘yok olum öle bişey’ diyerek hevesimi kırsa da bilinçaltım var diyor. Biraz kuantum yalayıp yutmuş bendenize göre bilinçaltım var diyorsa vardır…  ‘Var!” diye bağırıyorum, ‘İşte bak!” Ben bağırırken otomobil en az elli metre gitti ki, Axel benim hayal gördüğümden emin. Hayır, Axel’i kıstas almayacağım işte, Murat’a bakıyorum, kaşları saçlarına yaklaşmış biçimde ağzı açık arka camdan geriye bakıyor ki beden dili ‘varmış evet’ diye bağırıyor. Otomobilden iniyoruz ve yolla okyanus arasındaki yeşil alanda dikili kaideye koşar adımlarla ulaşıyoruz. Haklıymışım, gerçekten Mustafa Kemal Atatürk büstü karşımızda ve kaidede İspanyolca ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ yazıyor. O an için henüz farkında değiliz fakat sonradan anlayacağız ki Peru halkı Türkleri çok seviyor, özellikle kırsal kesimde bu durum daha belirginleşecek ve biz hepten meraka düşeceğiz… Öyle ya Peru nere Türkiye nere, daha üç beş yıl öncesine kadar diplomatik ilişkileri bile olmayan iki ülkenin ne gibi bağı olabilir! Merakımızı giderirken duyduklarımıza çok şaşıracağız ama dediğim gibi yanıtlar gezimizin sonuna doğru Titikaka Gölü kenarındaki Puno şehrinde… Merak eden anılarımızın devamını bekler.

Lima'da Atatürk Büstü
Lima’da Atatürk Büstü önünde ben…

Lima bu kadar değil elbet, bizim gördüklerimiz bu kadar. Yoksa Lima gerçek bir masal kenti; bu açıdan on Paris eder, beş de Londra… Daha gezilecek görülecek ve de keşfedilecek onlarca yer olduğunu biliyorum fakat bizim vaktimiz dar, güneye, sahil boyu uzanan Atacama Çölü’nün koynuna doğru yola çıkacağız ertesi gün, sanrılar kentinden tanrılar bölgesine, evet…

Sıradaki: Sanrıların ve Tanrıların izinde: Chinca Alta-Paracas şehirleri.  https://mehmetmollaosmanoglu.com/2015/07/19/sanrilarin-ve-tanrilarin-izinde-chinca-alta-paracas-ve-huacachina/