Önceki Yazı:

https://mehmetmollaosmanoglu.com/2015/07/07/sanrili-kent-lima/

Lima’dan sabah erken saatlerde özel aracımız ve rehberimizle beraber ayrıldık. Rotamız güneyde Chinca Alta adlı Peru kenti… Aslında burası benim gibi Peru-Bolivya-Şili manyağının ilgi alanı içinde olan bir kent değil, hatta adını dahi daha evvel duymadığımı da itiraf etmeliyim. Fakat geziyi organize eden firma, olmazsa olmazlarımızdan Paracas ve Huacachina’ya en yakın yerleşim biriminin orası olduğunu söylemesi benim muhtemel itirazlarımı önlemiş bulundu.

20150426_123054
Yolda seyyar satıcı kadın ve bebeği…

Chinca Alta, Lima’ya dört saat mesafede. Tam Pasifik sahilinde değil, biraz içeride Atacama Çölü’nün büyük vahalarından birisinin ortasına kurulmuş. Başlangıçta burun kıvırdığım bu kentten etkilenmiş vaziyette ayrılacağımı peşinen söyleyeyim ancak önce dört saatlik yolculuğumuzdan bahsetmem gerek…

Peru-map
Peru’dan Bolivya’ya kadar olan güzergahımız…

Peru’nun başkenti Lima’dan kum tepeleri arasından geçen bir otoyolu kullanarak ayrılıyoruz. Yolun adı ‘Panamerikan Sur’ Peru’nun en kuzeyinden başlayıp Şili’nin en güneyine kadar uzanıyor. Lima’dan çıkarken kum tepelerinin etrafında gecekondu derken bile zorlanacağımız yapılar dikkat çekiyor. Bunları yapmak için geceye ihtiyaç yok bir sabah vakti konduruluvermiş gibi duruyorlar. Sefaletin daha kötüsü olabilir mi diye düşündürecek kadar derme çatma kulübeler… Meğer yanılmışız gerçekten sefaletin daha kötüsü varmış… Çünkü Lima’nın dışının dışı diyebileceğimiz çöl topraklarında gördüğümüz yapılar artık kulübe tanımını dahi hak etmeyecek büyükçe birer sandığa benzeyen sunta, kartonpiyer vs ile yapılmış ‘kulübemsiler…’

20150427_073305
Lima’dan sonra…

Rehberimiz Axel anlattı, kırsaldan Lima’ya çalışmak içine gelenler bu barakalarda kalıyormuş. Yalnızca gece yatmak için kullanıldıklarından yaşama dair hiçbir izin olmadığı bu mahalleler(!) belleğimizde yer etti elbette. Bir de bu barakaların birkaç kilometre daha sahil kısmındaki lüks sayılabilecek yazlıklar da yer etti. Böyle durumlarda insan denen varlığın gerçekten sınav için yeryüzüne indirildiğine inanmaktan başka yol kalmıyor.

20150427_124829
Atacama Çölü’nde yaşam

Bir yandan da aklımda ansiklopedik bir bilgi sallanıp duruyor. Perulular bunca sefalet içinde yaşıyorlar ya, ülkede okula gitme oranı %98 miş… Zaten bunu ülkenin iç kısımlarına doğru yol aldıkça biz de anlayacağız.

Solumuz sarı çöl, sağımız lacivert Pasifik, aktı gitti Panamerikan Sur. Geçtiğimiz bir iki vahayı saymazsak uzun müddet bu ikisinden başka renk görmedik dersek yeridir. Buna rağmen keyifli bir dört saatlik yolculuktan söz etmem mümkün. İnsan farklı bir doğada yenileniyor, arınıyor… Uçsuz bucaksız çöller özgürlük algısını da güçlendiriyor muhtemelen.

Chinca Alta, Pasifik kıyısından biraz içeriye kurulmuş kocaman bir ova –vaha- içinde yer alan büyükçe bir kent… Kent diyorum ama aslında algılardaki kent kavramından biraz farklı. Kocaman bir köy diyeceğim, bu da oturmayacak. İlk defa buraya gelen insanı kavram kargaşasına düşürecek bir yerleşim birimi, evet… Fakat masalsı. Bakın bu tabir tamamen yerine oturuyor, bir masal filmi için plato kurulmuş, işi bitince de insanlar terk etmeyip kalmışlar. Böyle bir şey… İyi ki gelmişiz.

20150426_163445
Chinca Alta

Otelimiz Casa Andina… Tek katlı bungalov tipi bir yapı, yan yana sıralanmış odalara ön bahçeden giriliyor, lüks denmese de ferah ve samimi… İlk canımızı sıkan olay da burada yaşanıyor, internet yok! Yani var da yok, bağlanmak ölüm. Peru kırsalında internete elveda diyecekmişiz gibi bir bunalıma düşüyoruz.  Yanıldığımızı çok sonra anlayacağız… Aslında Peru’da da internet alt yapısı gayet sağlam sorun Casa Andina oteller zincirinde… Sonraki konaklamalarımızda fark ettik bunu. Hangi şehirde Casa Andina Otel’inde kaldıysak internete elveda dedik fakat diğer otellerde, kafeteryalarda filan internet tıkır tıkır. O zaman Peru’yla ilgili ilk uyarı: Sakın Casa Andina adını gördüğünüz bir otelde konaklamayın.

Öğlen olmuş acıkmışız. Rehberimiz Axel bizi şehrin kenarında sahil kısmına doğru bir yerel lokantaya götürüyor. Peru lokantaları genellikle müzikli… Sahnede gitar çalıp şarkı söyleyen müzisyenler var. Arka bahçede, odun ateşi üzerinde kara kazanlar içinde pişen yemekleri gösteriyorlar ve seçimimizi orada kazan başında yapıyoruz. Doğallığın dibindeyiz anlayacağınız. Pek bir hoşumuza gidiyor, resim çektirmeler filan… Fakat burada fazlaca et yemeği var ve bendeniz kırmızı et yemediğim için ördekte karar kılıyorum. Bir gün önce de Lima’nın bir kenar mahallesinde yine böyle müzikli bir lokantada ördek yemiştim. Perulular çok ördek yiyor.  Ördek eti çok sert…  Yiyeceğim derken sarf edilen enerji, alınan kaloriden daha fazla… Axel, “doğal bunlar, ondan sert…” diyor. Türkiye’deki on yedi günlük tavuklardan haberdar mı diye bakıyorum gözlerinin içine ama bu yönde bir işaret göremediğim için susuyorum. İlk defa burada siyah mısır suyu içiyoruz, gayet lezzetli. Bizim şalgam suyunun Peru versiyonu desek olur.

20150426_133035
Murat’la beraber Chinca Alta’daki yerel lokantanın mutfağında yemek seçiyoruz.

Yemekten sonra Chinca Alta’yı keşfetme vakti… Otelden yürüyerek çarşısına gidiyoruz. Her taraftan vızır vızır mototaksi dedikleri üç tekerlekli araçlar çıkıyor. Otomobil görmek pek mümkün değil. Çarşı dediğimiz yer kocaman bir pazar… İlk defa gördüğümüz meyveler, kuru yemişler, otlar, tozlar, …bakıp inceleyeceğiz derken nevrimiz dönüyor. Seyyar tatlıcılarda ne olduğunu bilmediğimiz ürünler satılıyor. Birisinden bizim pişiye benzer bir hamur işi alıp tadına bakıyorum, lezzetli… Bir başkasında şekerli kuru baklalar ve fasulye kavurmaları var, yok bunlar kötü sevmedim. Kesilmiş, yolunmuş ördekler ise her yerde… Perulular gerçekten çok ördek yiyor, tavuk dururken neden ördek, bunu anlayamadım! Rehberimiz Axel’e kalırsa alışkanlık… Alışkanlık dendi mi üzerinde çok durulmamalı, misal bizde de kokoreç yeniyor ya, haydi bir Perulu’ya da bunu anlatın bakalım, baygınlık geçirir, siz de psikolojik darp suçlusu olursunuz. Gördünüz mü ördek masum kaldı birden. Sonuç itibariyle, en başta dediğim gibi, Chinca Alta ancak bir masal şehri olabilir başka hiçbir sıfatı uyduramazsınız, mutlaka gidilmeli, görülmeli, eşi benzeri yok. Peru’nun önemli turizm noktalarından,  Paracas ve Huacachina’ya da çok yakın zaten.

20150426_155714
Peru ördekleri…
20150426_152431
Chinca Alta Çarşısı
IMG_2827
Chinca Alta Çarşısında bir kuruyemişçi

O akşam erkenden yatak, malum internet yok. Henüz arızanın otelden kaynaklandığını bilmiyoruz tabii… Çölden zannediyoruz. Ertesi sabah erkenden eşyalarımızı da alıp özel aracımızla yarım saat mesafedeki Paracas’a geliyoruz. Kalbim güm güm… Neden derseniz naçizane ‘aydınlanma’ evremin önemli mihenk taşlarındandır bu küçük kasaba, belleğimdeki kutsal topraklardan birisidir, dahası şuurumun kıblesidir. Nihayetinde Paracas adındaki bu küçücük kasabanın adı bile beni toplumdaki diğer bireylerden alır, yükseltir yükseltir de yaşama bir başka pencereden bakabiliyor olmanın yollarını açar. Kaç kişi yaşamın öğretilen gibi olmadığının farkında?  Paracas’tan başlayıp Nasca’da sona eren kutsal rota dan kimler haberdar? Biraz iddialı olacak ama bastıra bastıra söylemezsem olmaz; insanlık tarihinin ve yeryüzü yaşamının sırlarını öğretecek Tanrılar Okulu’nun alfabesine Paracas’dan başlamak gerekir… Mezopotamyadakilerin pek çoğu yakılmış, yıkılmış, silinmiş çünkü. Evvelinde okumuşum, resimlerine bakmışım, videolarını incelemişim ama kasaba canlı kanlı karşımda, itiraf edeyim çok heyecanlandım.

20150427_075720
Paracas Sahili

Paracas küçük bir sahil kasabası ve etrafta bolca turistik dükkân ile genişçe bir koya yayılmış turistik tesisler var. Bizim Ege kıyılarındaki turistik kasabaların 15-20 yıl önceki hali gibi. Tek fark koyu çevreleyen tepelerin çöl olması… Kasabanın müzesini biz atlamışız giderseniz sakın görmeden geçmeyin. Bizi uyarmayan rehberimiz Axel’ ağır bir sitem borcum var. Neden derseniz, hani Lima’da San Fransisco Kilisesi’nin içindeki mezar odalarını dolaşırken gördüğüm kuru kafalar beni ikna etmedi demiştim ya… İşte ikna edecekler bu müzedeymiş meğer, Türkiye’ye döndükten sonra öğrendim… Neyse ki bundan sonraki yolculuğumuzda adım başı kuru kafa gördük acısını çıkardık ama yine de aklınızda olsun Paracas’taki bu müze farklı kafatası formlarını bir arada görebileceğiniz en önemli yerlerden birisi. Tanrılar gerçekten buralarda yaşamış mı yaşamamış mı bi’düşünürsünüz.

20150427_082208
Adalara doğru yola çıktık

Paracas’ın görülecek en önemli yeri yaklaşık 1 saat mesafedeki Ballestas Adaları. Tam Paracas’ın karşısında. Fakat benim için bu yolculukta adalardan çok daha önemli bir deneyim söz konusu. Paracas denince damarlarımın kanının çekilmesine neden olan bir tepenin yamacına işlenmiş ‘şamdan’ jeoglifini göreceğim. Karadan görme imkânı yok.  Şamdan diyorum ama bölgedeki adı bu, aslında biraz Sümerlere ilgisi olan, Zecharia Sitchin kitapları okumuş, hatta Hititleri az buçuk bilen birisinin bu işaretin Addad(Sümer) ya da Teşup(Hitit) adıyla bilinen Fırtına Tanrısı’nın Yaba’sı olduğunu kolayca anlar. Peki, bir Mezopotamya Tanrısının dünyanın öte yerinde işi ne? Ben yanıtını biliyorum da konumuz dünyanın gizli tarihi değil, seyahat anılarımızı ve gözlemlerimizi yazıyoruz sonuçta. Ama siz merak ediyorsanız okuyacaksınız, sorgulayacaksınız, başka yolu yok. Dedim ya hiçbir şey bildiğiniz gibi değil, öğretilenleri bir tarafa bırakmazsanız zaten kulların kulları olarak hayatınıza devam eder gidersiniz, gerçi bu durumda tercih nedeni olabilir, bazı hallerde çok şey bilmemek daha mutlu ediyor insanı, çok fazla kafa yormadan yaşayıp gidiyorsun işte…

Unıııtitled-1
Bahsettiğim, elinde yaba tutan Sümer ve Hitit tanrıları….

Başka turistlerle beraber bu gezi için özel tasarlanmış 20-30 kişilik teknemize binerek açılıyoruz. Koydan kurtulunca okyanus suları üzerinize serpiliyor filan ama benim gözüm yerini önceden bildiğim şamdan jeoglifi’nin bulunduğu tepede. Tekne tepenin önüne doğru yaklaştıkça bende heyecan artıyor. Nihayet burnu dönünce yandan hafifçe görünmeye başlıyor… Bütün tekne ayakta… Kimi kamerasını hazırlıyor kimi cep telefonlarını… Şaşıracak bir durum yok, ta buraya kadar gelenler mutlaka Peru gizemlerine vakıf olmuş kişiler. Tekne tam şamdan jeoglifinin karşısında duruyor. Teknenin içindeki uğultu ve hareketlilik dorukta…

Untitppled-1
şamdan jeoglifi
IMG_3080
Tanrıların işareti…

Nedir bu şamdan jeoglifi? Önce jeoglifin ne olduğuna bakalım, jeoglif, arazi yapısıyla oynanarak yapılmış figürlere verilen ad, Atacama Çölü’nde bolca var böyle. Önünde durduğumuz bu şamdan figürü bölgedeki en görkemlilerinden birisi; yaklaşık 165×70 metre ebadında. Atacama Çölü’nde Pasifik Okyanusuna bakan tek jeoglif bu, diğerleri Şili-Peru topraklarında dağılmış vaziyette ve iç kısımlarda… Az önce de söylediğim gibi, bu jeoglif bir Sümer-Hitit Tanrısının elindeki yabayı simgeliyor ve Sümer, Hitit çizimlerinde ve heykellerinde bolca görmek mümkün. Küçük bir sır; bu yaba dinler tarihiyle beraber şeytanın elinde tuttuğu üç oklu asaya dönüşmüştür. Neden öyle olmuştur derseniz, biraz sembolizm bilmek gerekir, bu da yetmez, biraz da Yahudilerin Babil esaretinden kurtulup özgürlüklerine kavuştukları dönemde oluşturdukları kahramanlık metinlerinin dini metinleri de etkileyecek olan soyut/somut hikâyelerini de bilmek gerekir.  Sümer ve ardılı Babil tanrıları birden şeytana dönüşüverir işte böyle. Fakat bunların hiç birisi bu şamdanın neden burada olduğu sorusunun yanıtını açıklamaz, ne açıklar? Nasca Çizgileri… Bir sonraki rotamız olan, buraya 2 saat mesafedeki Nasca’nın sahilinde olduğu düşünülürse ve Nasca’nın çok eskiden uzay araçları için iniş pistleriyle dolu olduğu gerçeği de göz önüne alınırsa Hitit Tanrısı Teşup / Sümer Tanrısı Adad, ‘Hop bakalım, buralar benim topraklarım’ mı demek istiyor gelenlere! Bence öyle diyor evet, atmış imzasını. Bahsi geçmişken bir sonraki yazımın konusu Nasca Çizgileri, sabırla bekleyin.

Hazır önüne kadar gelmişken, ben fotoğraf ve video faslını erken bitirerek şamdanı incelemeye koyuldum. İki-üç yüz metre önümüzdeki tepede yükselen figür o kadar büyük ki ayrıntılar seçilmeyecek gibi değil. Şekil, kupkuru bir tepeye oyularak yapılmış. Özellikle oyuklara dikkat ettim, elle, aletle, makinayla filan yapılması mümkün değil, öyle düzgün ve pürüzsüz ki ancak lazerle yahut bizim bilmediğimiz bir başka teknikle arazi kazınmış veya oyulmuş olabilir. Ne zaman yapıldığını bilen yok, burada karbon testi filan da uygulanamıyor uygulansa sadece arazinin yaşı ortaya çıkar, jeoglifin yaşını tespit etmek için insan yapımı bir şeyler gerek, o da orada yok. Tanrıların işi deyip geçmemek için hiçbir neden yok eğer Nasca olmasaydı!

Evet, Nasca’ya kadar ‘şamdan jeoglifi’ne ara vererek adalara olan yolculuğumuza devam edelim. Amma velakin, sakın ha sakın bu şamdanı da unutmayalım, Nazca’da lazım olacak çünkü…

Ballestas Adaları irili ufaklı on kadar adadan oluşmuş… Adalar, sarp sırtlardan oluşan bol mağaralı kayalıklar… Her taraf kuş ve kuş sesi… Evet, kayaların üstü kuş çeşitlerinden neredeyse görünmüyor.  Kayalıkların suyla temas ettiği yerlerde ise fok balıkları karşılıyor sizi. Diplerine kadar yanaşan teknelere alışmış olmalılar ki dokunma mesafesine gelseniz dahi istiflerini bozmuyorlar, kameralarınıza poz dahi veriyorlar. Düşünüyorum da her halde milattan önce de böyleydi burası, uzunca bir vakit insan eli, yüzü değmemiş, şimdi de sadece tekneden görülebiliyor, adalara çıkmak yasak. Hoş, yasak olmasa da çıkılacak gibi değil zaten, dağcı filan olmak gerek. Yine de insanoğlunun yok etme becerisi her türlü engeli aşacağından bu yasak gayet yerinde.

20150427_092507
Ballestas Adaları
20150427_091727
Isla Ballestas
20150427_091858
Bunlar da poz veren foklar…

Paracas’a geri döndükten sonra Nasca’ya gitmek için özel aracımızla yeniden yola düştük fakat Nasca öncesi hemen yakınlarda uğranacak bir yer daha var; Huacachina…

20150427_100252
Adalardan Paracas’a dönüşümüz

Huacachina, Paracas’a çok yakın, İca adlı bir Peru kentinin hemen kenarında bir çöl vahası… Kum tepelerinin arasından iniliyor, görüntü etkileyici. Küçücük bir gölün etrafına kurulmuş bir yerleşim birimiyken bölgenin turizm potansiyeli nedeniyle popüler olmuş… Özel araçlarla kum safarisi yapılıyor, biz denemedik ama farklı bir deneyim olabilir çünkü kum tepelerinin manzarası harika. Küçük çarşısında bölgeye has hediyelik eşyalar var, ben en çok üzerinde Nasca figürleri olan derilerle kaplanmış içki şişelerini beğendim ve birkaç çeşit aldım. Unutmadan söyleyeyim bu şişelerde Pisco adında bir içki var, bir brendi çeşidi olan Pisco, Peru-Bolivya ve Şili’nin  milli içkisi… Sek içilebildiği gibi, yumurta akıyla karıştırılarak Pisco Sur adında bir kokteyl de yapılıyor ve Perulular buna bayılıyor. Hatta lüks lokantalarda yemek öncesi ikram ediliyor. Ben bir kere Cusco kentinde içtim fena değildi, ya da yadırgamadım diyelim. Piscoyu kolayla içenleri de gördüm ama ben denemedim. Ha bir de, kola derken onlarınki farklı; İnca Cola. Sarı renkli ve gazozla kola arasında bir tada sahip, üstelik kola adı taşıyan bütün diğerlerinden daha lezzetli. Bir daha gitsem o taraflara ağzıma İnca Cola’dan başka gazlı içecek koymam. Perulular da koymuyor zaten. Cocacola, Pepsi, Fanta öyle her yerde yok, olan yerler ise turistlerin bulunduğu kesimler. Perulular Amerika’dan ve Amerikan sermayesinin uzantılarından hoşlanmıyor. Hatta Avrupa’dan bile… Ne Amerikan arabası gördüm ne de Avrupa… Var olanlar Çin-Japon-Kore marka araçlar.

IMG_3870
Huacachina Vahası…
20150427_114008
Murat’la ben Huacachina’da…
20150427_113955
Vahadaki göl…
IMG_3851
Bu da çöl safarisi yapılan araçlardan birisi…

Piscoyla ilgili küçük bir dedikodu yapıp yazı dizimin bu bölümünü burada noktalayayım; Pisco için Şili ve Peru yıllardır didişir dururmuş senin değil, benim diye… Neyse sonunda uluslararası patent firması içkinin Peru’ya ait olduğuna karar vermiş de kavga bitmiş. Zaten Perulular sekiz çeşit üzüm kullanırmış, Şilililer ise bir çeşit. Ben de oyumu Peru’ya verdim gitti.

1 saatlik Huacachina molasının ardından ver elini Nasca… Bir sorun çıkmazsa öğleden sonra oradayız.

Sıradaki: Tanrıların terk ettiği topraklar: Nasca ve Arequipa

https://mehmetmollaosmanoglu.com/2015/08/13/991/