Bazı ülkeler bazı halklar için muammadır… Örneğin Nepal; ortalama Türk insanı için adı geçtiğinde bir iki kavram dışında öyle kolayca ete kemiğe bürünen bir intibaı yoktur. En fazla Himalaya eteklerinde, bol tapınaklı, Budist bir ülke olduğu şeklinde tarif edilebilir, başka üzerine birkaç cümle koyacak insan da zor bulunur. Elbette bu durum ülkeler arasındaki siyasi, kültürel ve ekonomik işbirliğinin boyutuyla ilgili bir durum. Dolayısıyla Türk medyasında seyahat gezileri dışında Nepal’le ilgili çok fazla habere rastlayamazsınız.

Buna rağmen İstanbul’dan Nepal’in başkenti  Katmandu’ya haftanın dört günü THY’nin karşılıklı seferi olmasına (2016 itibariyle) şaşırdığımı itiraf etmeliyim fakat sonradan anladım ki Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden Nepal’e gitmek için İstanbul aktarması kullanılıyor. Yoksa ilk anda zannedildiği gibi Türkler ve Nepalliler birbirlerini pek seviyorlar ve gidip, gidip geliyorlar türünden bir olay yok. Zaten uçağımızda bizden başka Türk var mıydı emin değilim (en azından Türk olduğunu düşündüğüm birisiyle karşılaşmadım) , daha çok diğer ülkelerden gelip Nepal’e aktarma yapan kendi vatandaşlarıydı…

AİRBUS-BOEİNG MESELESİ:

Tarifeli uçak, İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan 20.55 te… Bu yolculuğa da değişmez seyahat arkadaşım Murat Satı ile çıktık. Sabah 6.30 civarında Katmandu’daydık. Toplam 6.5 saatlik bir uçuş, 3 saatlik zaman farkı nedeniyle Nepal’e varınca gün ağarmış oluyor. Tek sıkıntımız Airbus’la uçmak oldu. Ben Airbus’ları sevmiyorum, koltuklar çok dar ve yanında oturduğun kişinin koluyla sürekli çarpışıyorsun, hele ikram zamanları çok sıkıntı oluyor. Yanımda oturan arkadaşımdı, ola ki yabancı olsaydı hele bir de şişman olsaydı… Hep söylerim, Boeing 777’lerin koltuk konforu Airbuslardan daha iyi.  THY artık Airbus satın almasa diyeceğim de fare-dağ meselesine dönecek…

Resim: Katmandu, Tribhuvan Uluslararası Havalimanı Terminal Binası….

NEPAL’E GİRİŞ:

Uluslararası havalimanı lüks değil, hatta eski… Sıcak ve samimi bulduğumu söyleyebilirim. Vize 25 dolar karşılığı girişte alınıyor. Görevliler güler yüzlü ve yardımsever. Başka ülkelerde olduğu gibi ‘neden geldin’, ‘kaç gün kalacaksın’, ‘otel rezervasyonlarını göreyim’  türünden sorular yok. Ülkelerine geldiğiniz için minnet duyar gibiler, abartmıyorum hakikaten öyle. Nepal’den sonraki durağımız Butan Ülkesi’nde de aynı sevecen muameleyle karşılaştık.  Link burada: https://mehmetmollaosmanoglu.com/2016/09/07/mutlu-ejderhalar-ulkesi-butan/

Bir mühendis gözüyle Katmandu Uluslararası Havalimanı’nın terminal binasının dış mimarisini çok beğendiğimi söylemek istiyorum, tuğla kaplı çok büyük olmayan yapının farklı bir mimarisi var. Fakat Katmandu’nun diğer yapıları için aynı şeyi söyleyemeyeceğim…

KEŞFİ ZOR SIRLI KENT; KATMANDU

Lafı hiç kıvırtmayacağım, Katmandu çirkin bir kent… Burada bir imar planı olduğuna kimse beni inandıramaz, uçaktan da belli, içinde gezerken de.  İsteyen istediği gibi yapmış evini apartmanını; arıların, kuşların yuva yaptığı gibi, nereyi bulduysa, rastgele… Bu yüzden belli başlı birkaç ana caddesi dışında yol yok. Katmandu’nun nüfusu 1.000.000 (bir milyon) ama merkezde trafik sıkışıyor, neden çünkü ana caddelere alternatif yollar açmak çok zor, her taraf mahalle… Merak edip mahallelere de daldık Muratla, sokaklar çıkmaz, labirent gibi.

Kent merkezindeki tapınakların bolca bulunduğu Narayanhiti  ile Ranipokhari Tapınağı arasındaki bölge yapı istilalarından bir nebze kendisini kurtarmış görünüyor, etrafta bolca parklar, yeşili bol caddeler, modern kafeteryalar görmek mümkün ama bahsettiğim bu yerler koca Katmandu’nun yüzde onu bile sayılmaz.  Yine de aklınızda bulunsun kent merkezi sayılan ve tapınaklarla pazarların bulunduğu  Durbar Square’e çok yakın olan bu bölge vakit geçirmek için ideal. Durbar Squara deyince, burası Katmandu’ya gelen herkesin uğradığı kent merkezi. Tapınaklarla dolu upuzun bir caddeden sonra yerel pazarların olduğu bölgeye geçiliyor, oradan da değerli süs eşyalarının satıldığı daha geniş ve geride kalan sokaklara göre kısmen modern sayılabilecek bir ana caddeye… Buraya bir gününüzü ayırsanız yetmez çünkü yerel ürünlerin, hediyelik eşyaların, ipeğin, incinin, gümüşün, altının ve değerli taşların satıldığı kocaman bir çarşıda bulacaksınız kendinizi.

 

KUMARİ PUJA KUTLAMALARI:

9 yaş altındaki kız çocuklarına Kumari kıyafetleri giydirilerek kutsandığı törenlere denk gelmemiz güzel bir tesadüf oldu. Hindu Kültüründe Kumari, geleceği görme, şifa verme, dilekleri yerine getirme gibi özel yetenekleri olan insanlara verilen bir ünvan. Kumarilerin bu dünya ile ahiret arasında ilişki kurdukları ve köprü vazifesi gördüklerine inanılıyor. İşte bu kültür doğrultusunda her yıl seçilen küçük kız çocukları tapınakların etrafında halka tanıtılıyor. Halk bu çocuklara para ve yiyecek armağan ediyor. Biz de seremoninin coşkusuna kapılarak bir kaç kız çocuğunun önündeki kaplara para bıraktık.

IMG_3356

n15

 

KOLTUK DEĞNEKLİ TAPINAKLAR:

Her ne kadar Katmandu’nun olumsuz tarafıyla mevzuya girmiş görünsek de bunu bir mühendis refleksi olarak algılamakta fayda var. Katmandu gerçek bir tapınaklar şehri.  Gezecek görecek o kadar çok yer var ki… 2015 yılındaki depremde tapınaklar büyük ölçüde hasar görmüş, bakınca üzülmemek elde değil, yakılan İskenderiye Kütüphanesi kabilinden silinmeye yüz tutmuş tarih korkusu veriyor, koca koca destansı yapılar koltuk değneğine yaslanmış ağır hastalar gibi ayakta tutulmaya çalışılıyor, neyse ki Unesco el atmış da bu tapınaklar aslına uygun restore edilecekmiş…

Çok tapınak var dedik, biz iki gün kaldığımız için hepsini gezme fırsatımız olmadı fakat 2 tanesini ısrarla tavsiye edebilirim. İlki Swayambhunath , Maymun Tapınağı adıyla da bilinen bir tepenin üzerinde yer alan epey büyük bir tapınak… Etraf maymun kaynıyor, içerideki yapılar depremdan hasar görmüş ama yine de büyüleyici ve görkemli olduğunu söylemek zor değil. Yüksekte dedik,  Katmandu buradan kuşbakışı seyrediliyor.

Diğer tapınak ise Pashupatinath… Ganj Nehrinin yukarı kollarından birisinin kenarında yer alan bu tapınağın bir özelliği var, ölüler burada yakılıyor. Nehir boyu sıralanmış sunakların üzerinde yakma törenleri günün her saatinde görmek mümkün. Üstelik yakma esnasında fotoğraf ve video çekilmesine hiç kimse itiraz etmiyor. Ben izlemekle yetindim ama arkadaşım Murat bir cesedin nasıl yakıldığını saniyesi saniyesine videoya çekmeyi ihmal etmedi.  Belgeselciler bile bu kadarını yapamaz. Şimdi soracağınız soruyu biliyorum… Hayır, havada yanık et kokusu yok, hiç yok hem de… Oysa etrafı kaplamış dumanla beraber bir koku bekliyor insan. Anladığım kadarıyla bunu önlemek için kimyasal bir madde sürüyorlar ölünün vücuduna. Havalimanına çok yakın olan bu tapınağı atlamamanızı tavsiye ederim.

Diyeceğim o ki, Katmandu yeni keşiflere açık bir kent. Boş verin imarının çirkinliğini, sokakların pejmürdeliğini, kaldırımların pisliğini; gezin, insanlarını tanıyın, tepelerine çıkıp manzara seyredin…  Hatta sokaklardaki insanların pek çoğunun ağız maskesiyle dolaştığını da görmezden gelin (hava kirliliğine karşı dediler de yazın ne hava kirliliği-buz gibi mikroplardan korunmak için)Bize iki gün yetmedi, sindirebilmek, tadına varabilmek için en az bir haftalık bir kent burası unutmayın.

LUKLA HEVESİ KURSAĞIMIZDA KALDI:

Niyetimiz Katmandu’dan Everest eteklerindeki Lukla’ya gitmekti fakat bu mevsimde (Temmuz) Muson Yağmurları yoğun olduğu için uçaklar düzenli biçimde gidip gelemiyormuş. Bir gün, iki gün boyunca sefer yapılamadığı zamanlar olduğu için dönüşümüzü riske atamadık çünkü iki gün sonra Bhutan’a gideceğiz, uçak biletimiz ve oteller ayarlanmış durumda. Pokhara’yı önerdiler. Biz kendimizi Lukla’ya hazırlamıştık ki Lukla dünyanın en yüksekteki ve en tehlikeli havalimanına (küçük pervaneli uçaklar gidebiliyor sadece) ev sahipliği yapmasıyla ünlü…  Bilginiz olsun, Mayıs ile Eylül arası Muson mevsimi olduğu için çok yağmurlu ama havası da bir o kadar temiz. Himalayaları düşünüyorsanız Ekim-Aralık aylarını denk getireceksiniz. Bu aylar turizm açısından yüksek sezon olduğu için rezervasyonları erken yaptırmakta fayda var.

POKHARA ADINDA BİR YERYÜZÜ CENNETİ:

Mecburen Pokhara’ya çevirdik yönümüzü… İyi ki de öyle olmuş, nasıl bir doğa anlatamam. Üstelik Pokhara, ilk niyet ettiğimiz Lukla gibi bir köy değil, kocaman bir şehir, zannediyorum Nepal’in Katmandu’dan sonraki ikinci büyük kenti. Katmandu’ya benzer kötü ve çirkin bir şehirleşme var ama kıyısında olduğu Phewa Gölü’nün muhteşemliği bütün çirkinlikleri silip süpürüyor. Ben hayatımda bu renkte bir göl hiç görmedim, hakiki bir yakut yeşili… Tesisimiz gölün kıyısında Fihtail Lodge ayrı bir dünya, ayrı bir şahane… Alt resimde, gölün karşısında tepenin eteğindeki tesis…

Pokhara, Nepal’e 200 km. mesafede batıda… Karayoluyla 8 saat sürüyormuş, biz uçakla gittik, küçük pervaneli uçaklar gidiyor sadece ve yolculuk 1 saat sürüyor. Katmandu Havalimanı’nın iç hatları bizim en ücradaki otobüs terminallerinden bile daha kötü ama olsun insan bazen bu ilkelliği de özlüyormuş meğer. Öyle ya, bizler de gökdelenlerin arasında, lüks alışveriş merkezlerinin yürüyen merdivenlerinde büyümedik,  Nepal bizim 60’lı yıllarımız gibi. Nostaljik bir tadı var.  Bununla beraber Nepal’de daha uzun kalacaklara Pokhara’ya gitmek için karayolunu öneriyorum çünkü Himalaya eteklerinde muhteşem bir doğanın içinde yol alacaksınız, bunu rahatlıkla söyleyebilirim çünkü uçağın penceresinden gördüm…

BULUTLARI PEÇE YAPMIŞ ANNAPURNA’NIN YÜZÜNÜ GÖRMEK:

Pokhara, Himalayaların eteklerinde… Bu görkemli dağ sırasının en ünlü iki tepesi Annapurna ve Machhapuchhare (diğer adıyla Fishtail) Pokhara’nın kuzey-batısında bulutların arasından hayalet şato gibi fırlarmış, öyle muhteşem ve masalsıymış görüntü fakat  Muson Yağmurlarından dolayı sürekli bulutlu olduğundan bu mevsimde pek görünmezmiş. Pokhara da gezdiğimiz sürece her yerde bu iki dağın resmiyle karşılaşınca ve de herkes bu iki dağdan bahsediyor olunca aldı bizi bir merak… Kime sorsak başını sallıyor, bu mevsimde görünmezmiş… İlk gün bizi gezdiren taksi şoförü tavsiyede bulundu, bu mevsimde sabaha karşı gün doğarken bazen ortaya çıkabiliyor, bir deneyin isterseniz dedi. Denemiş Murat, ben tabii o saatte iki dağ göreceğim diye uykumu feda edemeyeceğim için umurumda olmadı. Ne olmuş dersiniz? Kahvaltıda, ‘Şans mı var biz de,’ diye söylenen Murat’a bakınca anladım sabahın köründe mıntıka kontrolüne çıktığını… Görememiş tabii,  nazlı dağlar bulutların arkasına saklanmaya devam…

Otelin restoranı kıyıda, biraz yüksekten bakıyor göle, tam bir huzur mekânı… Hava sıcak olduğundan herkes klimalı kapalı kısımda ama biz Muratla sıcak-mıcak demeden bahçedeyiz. Önümüz göl, gölün arkası ise bulutların sakladığı dağlar. İkinci ve son günümüz, dağlardan umudu kesmişiz, gölün güzelliği ile idare ediyoruz. Gölü arkamıza aldık birbirimizin resimlerini çekiyoruz. Murat şöyle elini başının üzerine attı, poz veriyor ben denklanşöre basacağım o ne? Kadrajda yavaşça dağılan bulutların içinden sıyrılan sivri bir kütle, zebella gibi ortaya çıkmakta, büyümekte… Nasıl muhteşem bir görüntü anlatamam. Heyecanla Murat’a gösteriyorum, ikimizde büyülenmiş gibi seyrediyoruz. Önce sipsivri Machhapuchhare (Fishtail-balıkkuyruğu) tamamıyla ortaya çıkıyor ardından daha derli toplu Annapurna…  Ağızlarımız bir karış açık bakakalıyoruz. Anlıyoruz ki sadece bunu deneyimlemek için bile gidilir Nepal Pokhara’ya… Benim anlatmam hiçbir şey ifade etmez beş duyu organıyla yaşamak lazım.

ALIŞVERİŞ CENNETİ:

Pokhara turistik bir kent… Alışveriş yapmak için de çok ideal, yöresel ürünler konusunda gayet tatmin edici. Fiyatlar da uygun. Nepal pahalı bir ülke değil sonuçta. Göl kenarında turistik eşya ve ipekten dokunmuş ürün satan dükkânlar ile barların, kafelerin ve lokantaların olduğu epey uzun bir caddesi var. Bu cadde boyu ve caddeye inen sokaklarda çok fazla orta halli – lüks olmayan otel dikkat çekiyor. Yaz ayları turistik mevsim değilmiş, bahar ve kış aylarında gitmek gerekiyor Nepal’e o yüzden çok kalabalık değildi. Biz de bol bol, ipek, sabun ve çay aldık… Sabunları çok güzel, bunu özellikle belirteyim.

Cadde üzerindeki kafeteryalarda Nepal’e özgü yemekler yiyebilirsiniz. Momo bizim mantıya benzeyen bir yemek, etli ve sebzeli pek çok çeşidi var. Ben et yemediğim için sebzelisini denedim ve beğendim.

EJDERHA KALELERİ:

Pokhara’da atlanmaması gereken yerlerden birisi Sarangkot Tepesi… Buradan şehir kuşbakışı seyrediliyor ayrıca Himalayaların muhteşem görüntüsü de artısı. Biz Himalayaların göründüğü saatlerin devamında tepeye gittiğimiz için manzaranın tadını çıkarabildik çünkü Annapurna ve Fishtail gün boyu yüzünü göstermeye devam etti. Uyarım olsun Nepal’e sakın yaz aylarında gitmeyin; hem sıcak hem de Himalayalar bize yaptığı jesti size yapmayabilir, bulutların arkasına gizlenmiş canavar zirveleri görmeden, yaşamadan Nepal’e gittim denmez ona göre. Kendinizi hakiki bir masal dünyasında, ejderha kalelerinin içinde hissedeceğinizin garantisini veriyorum buradan, acayip bir deneyim.

AGARTA:

Pokhara’da aşka nereler var derseniz, Mahadev Cave’de  görülmesi gereken yerlerden. Şehrin kenar mahallelerinden birisinde kocaman bir yeraltı mağarası, içinde görkemli bir şelale var, su akıp gidiyor da nereye derseniz bilmiyorum belki Agarta’ya… Efsanelere ve mitlere meraklıysanız rahatlıkla hayal kurabileceğiniz muhteşem bir mağara burası. Etrafındaki hediyelikçiler, şehir merkezindekilerden çok ucuz, alışverişinizi buradan yapın…

Son olarak görülmesi gereken bir de Old Pokhara denilen bir mahalle var. Oradaki yapıların 250 yıllık olduğunu söyledi bizi gezdiren taksi şoförü. Şehre hâkim kötü binaların aksine buradakiler eskimiş de olsa tuğla ve ahşap karışımı mimarileriyle güzel ve asil görünüyorlar.

NEPAL’LE İLGİLİ BİR KAÇ NOT:

Nepal halkı yüzyılın başında İngiliz hâkimiyetinde kaldıkları için çok iyi İngilizce konuşuyor, anlaşmakta zorlanmazsınız. Ayrıca Nepal halkının bir kısmı fizik olarak biz Türklere çok benziyor. Epey şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Elbette Hindular ve çekik gözlü kuzeyliler de var ama özellikle başkent Katmandu’da bizim Anadolu insanına benzeyen çok insan gördük. Orta Asya’dan bir kısım halkın buraya gelip yerleştiğini düşünmek mümkün. Pokhara’da kaldığımız otelin kahvaltısında reçelin peynirin yanında irmik helvası ve gözleme vardı, bununla ilişkilendirilebilir mi bilmiyorum.

20160628_073146_hdr
Fish Tail Lodge’daki kahvaltı tabağım: irmik helvası ve gözleme…

Katmandu’nun trafiği de keşmekeş… Tuk tuk denen 3 tekerlekli taşıtların ve çek çek denen oturaklı bisikletlerin fazlalığı belki de trafiği tıkayan etkenlerin en önemlisi fakat ortada bir cümbüş olduğu kesin ve ilgi çekici olabiliyor.

Katmandu’da akla gelen anlamda modern alışveriş merkezleri yok. Olanlar da 70’li 80’li yıllardaki Isparta Manifaturacılar çarşısı türünden, idare eder yerler. Biz iki tanesini gezdik, ikisi de yukarıda bahsettiğim Ranipokhari Tapınağı ve Durbar Square arasında merkezi bir yerde. Gidip gezmeye değer mi, değer bence, görmekte fayda var.

Son olarak, Nepal halkı çok güler yüzlü, yardımsever ve pozitif insanlar. Her zaman her yerde birisinden yardım alabiliyorsunuz. Yolda yürürken örneğin çocuklu bir kadının resmini çekmek isteseniz hemen gülerek kabul ediyor, ya da kavşaktaki bir polisin yanına gidip beraber resim çektirebiliyorsunuz. Nepal dilinde ‘hayır’ denen bir kelimenin olmadığına dair kuvvetli şüpheler oluştu bende. Evet, şehirler çirkin, pejmürde ama insanları, doğası ve tarihi ile yeryüzünde görülmesi gereken ülkelerin en başında yer alıyor. Seyahat ediyorsanız ve henüz Nepal’i görmediyseniz ilk fırsatta programınıza alın derim. Oradan da Butan’a geçmeyi ihmal etmeyin.