Ruh bedeni terk ederken tıpkı boyundan boğazlı kazak çıkarır gibi bir etki bıraktığını okumuştu bir yerlerde. Ne yazık ki bu tecrübeyi yaşayamayacaktı. Görünüşe bakılırsa kuvvetli bir uyku gelmek üzereydi ve kazak, uyurken çıkacaktı. Hâlbuki ölüm anını bilinçli olarak yaşayabilse merakından da kurtulmuş olarak terk edecekti dünyayı. Gerçekten, insanoğlunun ilgi alanları farklı farklıdır ya, o da çocukluğundan beri ölmenin nasıl bir şey olduğunu merak edip durmuştu hep. Gerçi ölme kavramı yalnızca merak olarak yer bulmuştu zihninde, şimdiki gibi arzuya dönüşmemişti. Nasıl bir ruh haliyse, gençliğinde Raquel Welch için düşündüğü, “Bir kere dokunayım sonra Azrail gelsin alsın canımı,” kadar etkili ve sancılıydı şu andaki duyguları; kazağın çıkma anını yaşayayım varsın geri gelmeyeyim! Aklına tebelleş olan çapağı kovdu, direnmeyecekti, karar kıldığı en kolay ölüm yolu buydu ve ‘hem şoför mahalli olsun hem de cam kenarı,’ lüksüne yaşamı boyunca hiçbir zaman sahip olamamıştı zaten.
********
Gelgelelim evrensel yasalar gün gelmiş devreye girmiş, bir zamanlar küçümsediği, kasabalı gözüyle baktığı akrabalarına muhtaç hale gelmişti. Aslında evrenin çekim yasasına filân inandığı yoktu, aldırdığı da… Hem artık akrabalarını çocukluktaki gözüyle de görmüyordu, seviyordu sadece. Sonuçta amcaları, halaları ve kuzenleri maddi yardımda bulunuyorlardı zaman zaman. Yoksa nasıl geçinecekti! Zaten kentin diğer insanları da İstanbul’dakiler gibi işkilli, kuşkucu değildi. Yardım etmeyi seviyor, derdini anlatabilecek birilerini kolay buluyordu. Velhasıl, Silifke’yi seviyordu, ömrünün sonuna kadar burada yaşayabilirdi; bir gayesi olsaydı!
********
“Eğer bir gün normal insanlar gibi yaşadığını görürsem manastıra kapanmış keşişler gibi huzura ereceğim,”
“Beynimi toplumda yer etmiş kabullere uydurmaya çalışmıyorum bu yüzden normal olan benim, diye gözlerini kıstı.
“Tamam, tartışacak durumda değilim,” diye kestirip attı Namık masasına yürürken.
“Tartışma zaten, beyne yüklenmiş evrensel programı bozmak, Allah’ın yarattığını reddetmek olduğunu benden daha iyi bilirsin ancak işine gelmez,”
“Ferruh başlama yine,”
Ferruh aldırmadı. “İşine gelmez tabii, diğer insanlar gibi olmazsan müşteri bulamazsın, müşteri bulamayınca bu muayenehane sinek avlar ve sen beş kuruşsuz kalırsın… Tıpkı bana yaptıkları gibi suratlarını buruşturarak bakarlar insanlar sana. Arkandan dedikodu yaparlar, adam yerine koymazlar. Göğsün içinin önemi yoktur, cüzdan önemlidir değil mi?”
“İçinde İblis var biliyorum, neyse ki zararsız ve iyi huylusu,”
“Tabii, düşüncelerin önüne engel konsun, içinden geldiği gibi davranmak ayıp olsun, adetler kurallar diye yumurtlayan uyuşturucularla ninniler söylensin ki insanoğlu sürü haline gelebilsin…”
“Evet, kesinlikle bir iblissin sen,”
“İnsanlar, önlerine konanı kabullenmeye alıştırılmış. Demokrasi denmiş ya, özgür olduklarını zannediyorlar, paraya ve ranta tutsak olduklarını anlamıyorlar. Beş para etmez bir film, edebi değeri olmayan bir kitap, sesi olmayan bir şarkıcı para ile moda haline gelebiliyor ve en çok izlenen/satan olabiliyor. Kimse filmin, kitabın müziğin iyisini araştırmıyor.”
“Toplumsal gerçekleri değiştirmiyor bu söylediklerin,” diyen doktor puflayarak oturdu koltuğuna. Ferruh’la bu konuları tartışamayacağını çok önceden biliyor olmalıydı. Kim bilir belki içten içe hak veriyor da olabilirdi. Hatta kasabada ve sülalede Ferruh’a en yakın kişi olması, onun bu farklı kişiliğe duyduğu ilginin sonucu da olması ihtimali vardı. Sebep ne olursa olsun Ferruh, Doktor’u seviyordu ve başı sıkışınca tereddüde düşmeden destek alabileceği tek insan olduğuna inanıyordu.
********
Mitras’ın Dini yeryüzündeki en gizemli dinlerden birisidir. İsa’dan sonra birinci yüzyılda Romalıların içinde yayılmaya başladı ve dördüncü yüzyılın sonunda Romalıların Hristiyanlığı seçmesinin ardından yok olup gitti. Öyle bir kanı vardır ki; ‘eğer Hristiyanlık, Roma İmparatorları’nın işine gelmeseydi dünya bugün Mitras Dini’nden olurdu,’ diye düşünür din bilimciler.
********
“Aristo der ki; ‘yıldızlar küresinin günlük hareketi mutlak düzenliliktir. Bu yüzden bütün varlıklar bu değişmezliğe bağlı olarak yaşar…’ Unutma, canlı cansız yeryüzündeki her varlık bir yıldızın refakatinde oluşur, bu yüzden herkesin ve her şeyin bir yıldızı vardır ancak hiç kimse yıldızının hangisi olduğunu tam olarak bilmez. Ayrıcalığınla gurur duy… Kuşkusuz, doğumlar, ölümler ve tekrar doğuşlar bir plân dâhilinde cereyan eder. Bu plân, Aristo’nun bahsettiği değişmezliğe bağlı olarak yaşayan tüm varlıkların kaderidir…” Sesini kıstı, gözlerini dikti, “Kimse bilmez, ruh aslında doğum anında gökteki gezegenlerin ve yıldızların birbirlerine aktardıkları enerjidir…”
“Bakın bunu yutmam! Ruh, cenin üç aylık filânken girer bedene, altı ay sonraki doğumda yıldızların da gezegenlerin de konumu değişir.”
“Ruhun yapısını bilmiyorsunuz, ondan böyle fütursuz sallıyorsunuz’khı…”
“Siz de bana benzemeye başladınız; alaycı… Neyse bu ruh boş cd olup doğum anında mı kayıt yapılıyor?”
“Evet…” diyerek gözlerini açıp haykırdı kadın. Tokasından kurtulan bir kaç demet daha saç teli alnına ve kulaklarına düştü. Gülerek devam etti, “Ben kendim daha isabetli bir örnek veremezdim billa,”
********
Kanlı Divane; Silifke’den Mersin’e giderken Erdemli’ye on iki kilometre kala kuzeye ayrılan yoldan ulaşılan, obruk da denen derin bir çukurun etrafındaki düzlüğe yayılmış antik çağlardaki Kanitelas’ın bugünkü adı…
Ferruh Silifke’ye yakın olmasına rağmen bu antik kente ilk defa geliyordu. İşin aslı öncesinde ismini duyup duymadığından bile emin değildi. Tarih, din gibi sıkıcı konular hiçbir zaman ilgi alanı dâhilinde olmamıştı zahir.
Rivayete göre zamanında burası yüz bin insanın yaşadığı kocaman bir kentmiş. Çukurun etrafı kraliyet yapılarıyla çevrili olduğundan, halk kurban törenleri haricinde burayı göremezmiş. Kurban törenleri denen şey de mahkûmların çukurda beslenen aslanlara atılmasıymış. Bu yüzden efsaneleşen dev çukura ‘kutsal çökük’ adı verilmiş.
Elbette şimdi yalnızca eskinin görkemli taş yapılarında birkaç duvarla temellerinin izi kalmış. Altmış metre derinliği, doksan metreyi bulan genişlikte, at nalı şeklinde doğal bir çukur olan Kanlıdivane Obruğu, kanlı günlerini arar mıdır bilinmez, şimdi asırlık uykusundan uyanan mekruh bir ruh kabilinden yeni kaderler yazmaya hazırdı belki, kim bilir!
Kenarları dimdik kızıl kireçtaşı olan obruğun dibinde yemyeşil, gür maki ağaçları ve aralarında yukarıdan düşmüş harabe parçalarına göz gezdiren Ferruh, “İnsanın başı dönüyor,” diye konuştu. Kutsal Çöküğün kenarından içini seyrediyorlardı. Sırtlarını üç kilometre daha geride uzanan Akdeniz’e vermişler, soğuk, nemli bir havanın daha da anlam kattığı harabelerin ortasında bir karadelik gibi duran obruğun tedirgin edici havasını soluyorlardı.
********
Ardından yere bıraktığı torbaya baktı gülümseyerek, eğilip ucundan tutmuştu ki bir karga sesi duyuldu. Hayırsız bir ses gibi katmerleşerek yayıldı obruğun içinde. Fakat o aldırmadı, torbayı sürüklemeye çalıştı, bu defa yaman bir sessizliğe gömülmüştü obruk. Sessizlik gerilir mi? Gerildi işte ve bu gerilme yeni kısmetler dokudu, kısmetler kulak zarını delen patlama sesleri olarak tezahür etti… Nihayetinde, obruğun yeni kısmeti peş peşe patlayan tabanca sesleri oldu.
********
Ego bir arıya benzer, zayıfsa iğnesini çıkarıp sokar, güçlüyse bir tadım bal bırakır gider. Sokan arı her zaman ölür, doğanın kanunudur bu.
********
Frenk incirinin dikenli kabuğu yüzünden içindeki güzel meyveden pek haberdar olmaz insanlar…
********
Her yerde ve her şeyde yalan riya kol gezerken ilişkileri çok fazla ciddiye almamak ve bir başkasının üzmesine izin vermemek gerekiyor.
********
Zaten Kardelen ona aldırmadı, “Konuşmadığım zamanlar kitap okurum biliyor musun?”
Ferruh sayısız lahavlelerinden birisini daha çekti içinden. “Ben de çalışmadığım zamanlarda Tommiks, Teksas okurum,” diye suratını buruşturdu. “Hatta bir yaz tatilinde Silifke’ye geldiğimizde büyükbabam, babama “Bu çocuğa Kuran öğretiyor musun?” diye sormuştu. Babam kem küm ederken ben, “Tommiks gibi bir şey mi o?” diye sormuştum da babamdan bir sepet odun yemiştim.
“Hak etmişsin ama!”
“Tuhaf birisi olduğumu kabul ediyorum,”
“Şartlar mı öyle yaptı seni, hani anne baba sevgisi eksikliği gibi…”
“Alakası yok, çocukluğumda çok üzerime düşerler evin prensi muamelesi yaparlardı. Sonra bir gün prens olmadığımı anladılar.”
“Ay çok tatlısın…”
“Ah sen bunu bir de anama babama sor… Prenslerinin aslında İblis olduğunu anlamalarıyla ucube birer yaratığa dönüştüler,”
Kardelen keyiflenmişti, “Kuran’ı merak ettim, dayaktan sonra merak edip okuyabildin mi?”
“Çizgi roman formatını bulamadım, o yüzden kaldı,”
“Ben, Koontz ve Grange okurum daha çok,”
“O ne? Lorel Hardi gibi bir şey mi?”
********
Atmosfer gergindi, mağara duvarlarına mendebur bir sessizlik sinmişti. Etraftaki karanlık, zannedilen türden bir karanlık değildi aslında, kapkara hortlakların gölgesiydi. Sevgiye dair hiçbir şey yoktu, korkunun kalbi kan pompalıyordu karanlığın her bir zerresine. Tanrının tanrıyken korkacağı saniyeler geçmek bilmiyordu.
********
Rüyalar yarınki soruların bu günkü cevabıdır…
********
“Kâinatta her şey bir düşünceyle başladı, ışık oluştu. İşte bu yüzden ışık ve düşünce birlikteliği atomları, molekülleri ve nihayet elementleri meydana getirdi. Yani demem o ki, ışık, salt ışık değildir, ışığın yanında bir de düşünce yahut bilinç diyebileceğimiz enerji vardır. Işığı beyne aktaran gözdür oysa enerjinin beyne ulaşması için aracıya gerek olmaz. İşte merak ettiğin tam da bu; rüyalar göze ihtiyaç duymadan beyne giren enerjilerin şekillenmesinden başka bir şey değildir.”
“Rüyaların çok azını hatırlıyoruz ama…”
“Aslında farkında değiliz, yaşadıklarımızın da çok azını hatırlıyoruz. Beş sene önce bu gün bu saatte ne yapıyordun hatırlayabilir misin? Mümkün değil, yalnızca aklında ve ruhunda derin iz bırakan şeyleri hatırlayabilirsin, rüyalarda öyle, yalnızca iz bırakanlar…”
“Yine de her ikisi de farklı kavram, rüyayla gerçek hayatı bir tutamayız,”
“Kafa yormadığın belli… Rüyada da tıpkı yaşamın içinde olduğu gibi korkuyorsun, seviniyorsun, çiçek kokluyorsun, keyifli bir akşam yemeği yiyorsun, âşık oluyorsun… Ve gün geliyor yaşadığın her şey, rüyalar dâhil tümü geçmişte kalıyor. Geçmişteki bir olayı rüyada yaşamış bile olsa gerçek hayatta olmuş gibi hatırlayan çok insan vardır.”
“Bir şey gözlemlendiği anda vardır gözlem yoksa yoktur, demiş ya senin fizikçi… Biraz anlar gibiyim ama daha kafa yormam lazım,”
********
Hüzün, bir sevgi tezahürüdür ve insana en çok yakışan duygulardan birisidir. Sevginin hayal kırıklıkları hüzne dönüşür, korkunun ki kine… Hüzün sevgiyi besler, kin ise korkuyu…
********
Deli ile dâhinin arasındaki farkı bilmediğinden deli sayısının dâhi sayısından fazla olduğunu zannediyorsun!
********
Rüyalarımızın yüzde doksanını uyandıktan on dakika sonra unuturuz. Bilimsel olarak kanıtlanan bir tespite göre insanlar günlük yaşamda gördükleri kişileri rüyalarında görürler. Rüyalar yani bilinçaltı genellikle yeni yüzler yaratamaz. Rüyada gördüğümüz ancak günlük hayatta tanımadığımız kişiler, mutlaka var olan ve zihinsel bağlar, evrensel ilişkiler dâhilinde aynı ruhsal çekim merkezinin sizinle temas kurmuş üyelerindendir.
Rüyaların gerçek süresi bizim algıladığımız rüya süresinden en az on kat daha uzundur. Bu demektir ki rüyadan uyandıktan sonra hatırladığımız ve bize yalnızca yirmi saniye gibi kısa gelen rüya aslında yirmi dakika sürmüştür. Rüyada zamanın uzun olmasının sebebi, bilinçaltının bazı simgesel olayları bir anda görüntüye çevirerek bize izlettirmesidir. Bu ayrıntı rüyalarımızı kontrol etme aşamasında işimizi öyle kolaylaştıracak ki, uyanacağımızı anladığımızda rüya içerisinde yirmi saniye vaktimiz olduğu, böylece uyanmayı engelleyebileceğimizi bilmenizi istiyorum.
********
Yeryüzünde tezahür eden her vaka o anda gökyüzündeki yıldızlarla ilişkilidir. Ruh enerjisi oradan gelir, yani yıldızlardan, yoksa başka türlü yerde hayat olmazdı. Doğan bir bebek, filizlenen bir tohum, bir deprem, savaş… Hepsi yıldızların refakatinde gerçekleşir. İşte o horoskop bir refakatler ansiklopedisidir. Ona bakan geçmişi geleceği ve anı birlikte görür. Dahası yıldızını tanır.
********
“Ben çocukken yaşlı büyükannem, rüyaların, gelecekte karşılaşılacak olayların ipuçlarından başka bir şey olmadığını söylerdi. O Şamanist geleneklerden gelmişti ve sürekli farklı şeyler anlatan bir kadındı, pek bir şey anlamaz arkasından gülerdik.”
“Şamanist ne?”
“Benim babamın ailesi hakiki Pontus’lu, annemin annesi ise Orta Asya’dan göçüp gelmiş bir Hun kabilesi liderinin kızıymış. Hunlar Şamanizm’e inanırlarmış, dolayısıyla büyükannem de inançlarına sadık bir kadın olarak öldü. Zaten benim adımın arkasına Ağa ismini de o ekletmiş. Hun dilinde bey, paşa gibi bir anlamı olduğunu söylerdi.”
“Rüyalarla ilgili başka ne anlatırdı büyükannen?”
“Çocuktum, her şeyi net hatırlayamıyorum, velâkin rüyalarını başucundaki bir deriye yazdığını biliyorum. Böylece uykudaki öbür yaşamıyla ilgili bilgi ve fikir sahibi olabileceğine inanıyordu galiba. Yaşlı bir deliydi o. Uyurken neler yaşadığını anlayabilirse bilgeliğe ve Umay’a daha kolay ulaşacağını zanneden bir deli.” Gardiyan Mauris Ağa’nın kalın sesindeki küçümsemeden etkilenmedi Pervin.
“Umay?”
“Hunların gökyüzünü idare eden iyi kalpli tanrısı…”
********
Tam yastığa başını koyacakken Pervin’in aklına bir şey geldi. “Büyükannen rüyalarını yazıyordu değil mi?”
Mairus Ağa’nın “Evet,” diyen sesini duydu. Onu göremiyordu çünkü adam söz verdiği gibi iki yatağın arasına kocaman bir sanduka koymuştu.”
“Ben de yazmak istiyorum,”
“Ulu Ahriman… Büyükannemin ruhu sana mı geçti yoksa?”
Pervin aldırmadı, “Adı neydi?”
“İlbilge Hatun. Bak, büyükannemle ilgili tek güzel şey ismiydi işte.”
“Birisinde hiç duymadım bu adı.”
“Söyledim sana büyükannem Hun’du.”
“Belki de gerçekten onun ruhunu taşıyorum. Umay’dı değil mi, evet Umay… Umay, göklerin iyi niyetli tanrısı beni Mitras’a ulaştırmak istiyor olabilir!”
“Bizim kocakarı yaşlılığında bunamıştı, seninki biraz erken,” diye dudak büktü adam. “Tamam yaz, ne istiyorsan yaz velakin bana bahsetme. Büyükannemden sonra bu tür saçmalıkları duymak istemiyorum”
********
Ardından babasının bir sözünü hatırladı: ‘William Tell, oğlunun başındaki elmayı vuramasaydı bugün kimse onu hatırlıyor olamazdı, eğer sen William Tell olsaydın, oğlunun başındaki elmayı vursaydın da bugün seni kimse hatırlıyor olamazdı!’
********
Rüya, bir resmin karıştırılmış pazılıdır. Parçaları birleştirmeyi başarabilen tabloyu görür.
********
Etrafında var olan her şeyi o anda fark et ve anla, geleceğe bırakırsan bazılarının telafisiz bir geçmişte kalmış olma ihtimali yüksektir.
********
Bir şeyler bulma sevdasıyla bilgisayarını açtı ve ‘kanatlı boğa’ araması yaptırdı. Ekrana gelen sonuçlardan bir kaç tanesini açıp okudu. Eski bildiklerine arzu ettiği miktarda katkıda bulunamadıysa da bakış açısı biraz değişti. Şunu anladı; Sümer’den Babil’e uzanan 3-4 bin yıllık süreçte hâkim olan boğa kültürü toplumları etkisi altına almıştı. Hindistan’da öküz ve ineğin kutsal sayılması, dünyanın boğanın boynuzları üzerinde duruyor farz edilmesi ve yeryüzündeki dağların ulu/yüksek olanlarına ‘taurus’ adı verilmesi direk boğa kültürüyle alakalı ifadelerdi. Ancak gün gelmiş Babil’le beraber boğa kültürü de sona ermiş, Babil şeytanlaşırken yerine semavi dinler yükselmişti.
********
Uyumadan önce rüyada görmek istediğiniz kişiyi düşünün… Bunu yaparken beyninizi kandırmalısınız ki arzu ettiğinizi beyin bilinçaltınıza gönderebilsin. Örneğin rüyanızda görmek istediğiniz kişi yanınızdaymış gibi onla konuşun, su isteyin, o günün nasıl geçtiğini anlatın ona, hatta kızın ya da tam tersi kutlayın…
********
Acele etme, öyle bir an gelir ki soruların cevapları bir bir önüne dökülmeye başlar, işte o vakit hayatın ne kadar acımasız olduğunu anlarsın, bir yandan da kâinatın muhteşemliğine karşı insanoğlunun ne kadar aciz olduğunu idrak edersin.
********
Yaşanılan ve geçmişte kaldığını zannedilen her şey evrenin ortak hafızasında taze ve diri olduğunu öğrendim. Beyinler olayları sıraya koyduğundan geçmişe mazi der geçilir, mazinin aslında kişiyle beraber büyüyüp serpildiği düşünülmez. Karar verdim, hemen bu gece beynimi kapatıp iki bin yıl önceyi yaşayacağım. Hatalarıma, günahlarıma ve sevaplarıma teşekkür edeceğim bana bugünü yaşattıkları için…
********
İnsan, kendine özel bir programla yüklenmiş olarak dünyaya geliyor. Bu yüzden her insanın bir diğerinden farklı bir kaç üstün özelliği var. Benimki sevinilecek bir özellik mi bilmiyorum, karşımda konuşanın bütün yalanlarını gözünden yakalayabiliyorum.
********
Şu da var ki, kötülükten ne kadar kaçarsak kaçalım yine bizi bulabiliyor çünkü o her yerde ve her şeyde var… Hoş bundan korkmuyorum, kötülük bazen gerçeği göstermeye yarıyor ve iyilik de getirebiliyor, elbet anlayana…
********
“Seçilmişler her yerde var… Kutsallar, kitaplar, manevi önderler ne çok var değil mi? İbadet etmek, iç huzur ve ruhsal sağlık getiriyor doğru, peki hani nerede huzur, nerede ruh sağlığı? Yeryüzü nüfusunun yüzde kaçı mutlu? Adalet dedikleri şey adaletsizliğin daniskası… İblis’in yeryüzünde yarattığı cehennemi görüyorsun değil mi?”
“Bunları fark ettiğim için ölmek istemiştim, bu cehennemden kurtulmak için,”
“Peki, vaad edilen cennet nerede?”
“Genel kanı, öbür tarafta,”
“Anlatılana göre cehennem de öbür tarafta olmalı ancak yeryüzünden daha büyük bir cehennem yok kâinatta. Ve bunun mesuliyeti kolayca İblis’e yüklenmiş. Sıradan bir Britanyalı peçeli bir Müslüman kadının suratına tükürürken, Amerikalı ve Britanyalı askerler Iraklı tutsaklara işkence ederken, demokrasi adı altında fakir ülkelere faşizm yerleştirilirken şeytanın işi oluyor da neden Tanrı’nın mutluluğu huzur ve güveni görünmüyor etrafta? İblis hayatı zehir edecek ve insan zehir olmuş hayatın içinde masum kalmayı başarıp cennete gidecek… Aklın alıyor mu böyle bir şeyi?”
bu kitabı elde etme düşüncesi bile içimde heyecana yol açıyor, benimle aynı duygu ve kaygıları paylaşan bir roman kahramanı, silifkeli biri olarak içimdeki mistik değişik duygulara her zaman ortak bulmak zor, emeğine sağlık hocam…
BeğenBeğen
hocam boğayı öldür’ü Mersin’de bulamıyorum, nerden ve nasıl ulaşabilirim?
BeğenBeğen