Paralel evrenlerim var benim, başka âlemlere gider başka âlemlerin varlıklarıyla ilişki kurarım,” diyorsanız muhtemelen diğer insanlar sizi şizofren olarak niteler. Yaşamımın kontrolü bende değil, bazen karakterimle hiç uyuşmayan eylemlerde bulunuyor ve o anlarda sanki göğüs boşluğumda iki kalp birden çarpıyor,” diyorsanız da bu defa panik atak geçirdiğiniz söylenir. Velâkin kimseyi dinlemeden kendinizi Sadık Yemni’nin sınırları zorlayan dünyasına atabilirseniz başkalarının ne dediği umurunuzda olmaz ve bu yaşam zenginliğinden keyif almaya dahi başlarsınız. Kimsenin de sizi hasta olarak nitelemesine aldırmazsınız.

Romanımızın adı “Ölümsüz”… Yazarı, fantastik eserleriyle tanıdığımız Sadık Yemni.
Girişten de anlaşıldığı gibi “Paralel Evrenler Teorisi” temelli bir aksiyon okuyoruz.

Aslında roman, alışıldık/bildik günlük yaşamdan kesitler ve karakterler içeren bir edebiyat eseri biçiminde başlıyor. Kahramanımız Ayhan Timir işinden ayrılmış, bu ruh haliyle biraz tedirgin biraz da geleceğiyle ilgili endişeler duyan 29 yaşında genç bir adamdır. İşte bu dönemde banka hesabına yatan meçhul paralar ile posta kutusunda düzenli olarak bulduğu ilginç/garip resimler (günlük hayattan insan resimleri) arada fantastizm rüzgârları estirse de romanın yarısına kadar Ayhan’ın iş hayatı, annesi, kız kardeşi ve sevgilileriyle ilişkisini anlatan otobiyografik bir eserle baş başa kaldığınızı düşünebilirsiniz rahatlıkla.

Ve bir gün Ayhan, posta kutusuna gelen resimdeki profillerden işaretli olanın kimliği ve sosyal konumuyla ilgili bilgiler almaya başlayınca bir ‘seçilmiş’ olduğunu anlıyor. Bilgisayarına gelen bu mesajlarda bu insanlarla nerede nasıl hangi saatte tanışacağı da belirtilmektedir. Evet, onlar ölecektir, öldürecek olan da Ayhan’dan başkası değildir. Kurbanlar toplumun farklı kesimlerinden son derece ilginç özellikleri olan insanlardır. Örneğin orta yaşlarda bir eşcinsel, zengin bir işkadını… Gibi. Devamında Ayhan, kısa sürede yaptığından pişman olmayan bir seri katile dönüşüveriyor. Bu esnada öldürdüğü her insandan sonra banka hesabına yüklüce miktarda para yatmaya devam ediyor. Unutmadan belirtelim, işveren, yalnızca bilgisayarına düşen mesajlardan anladığı kadarıyla hiçbir kaynakta varlığı görünmeyen Teupi Anonim Ortaklığı adlı garip/meçhul bir şirkettir.

Evet, romanın ana teması bu ve olaylar bu merkezde gelişiyor.

Yeni bir resim yeni bir mesajla Ayhan, hayatının ikinci kere değişikliğe uğrayacağını ilk anda düşünemeyecektir. Çünkü bu defa öldürmesi gereken işaretli yüz Kalbiye Telvekeş’tir ve kızla karşılaştığı anda ona vurulur, kız da ona…

İşte tam burada romanın seyrini değiştirecek bir sürprizle fantastik maceranın temelleri atılıyor. Çünkü Kalbiye’de Ayhan gibi bir seçilmiştir ve hedefi Ayhan’dır. Yani bir başka deyişle ikisi de birbirini öldürmek için Teupi tarafından görevlendirilmişlerdir. Peki, bu nasıl olacaktır? İşte bundan sonra birbirine tutulan Ayhan ve Kalbiye, en başta bahsettiğimiz paralel evrenlerde yolculuğa başlıyorlar.

Bu aşamadan sonra Teupi’nin kimliği ve amacını öğrenmeye çalışarak uzun soluklu bir maceranın içinde buluyorsunuz kendinizi.

Uyarayım, son kırk sayfayı çok dikkatli okumak gerekiyor. Zira ben romanın sonuna geldiğimde sonla ilgili birkaç nüansı anlayamamıştım ve her şey havada kalmış gibiydi. Tekrar geri dönüp bu defa dikkatli ve anlayarak okuyunca taşlar yerine oturdu.

Eser fantastik dedik ama yazarın iyi bir edebiyatçı olduğunu da belirtmem gerekiyor. Kalbiye’yi anlatan şu satırlar ne demek istediğimi ifade eder sanıyorum: “Ayhan,  işemekten dönen çıplak kadına hayranlık ve sevgiyle baktı. Granny Smith memeli, dar kalçalı ve babasının tabiriyle çırpı bacaklıydı. İri gözleri, kuğu boynu, azıcık fırlak karnı, mermer beyazı teniyle medyatik tipten uzak nevi şahsına münhasır bir Afrodit yorumuydu. Aşk çamurunun içine ruh üflenerek halk edilmişti. Gözünde dünyanın en güzel kadınıydı. Sadece o da değil. Bir ruh yükselticisiydi de aynı zamanda. İçinde eriyerek çok olacağını, genişleyerek evrene sığmayacağını hissetmekteydi. Kalbiye yanına sokuluncaya kadar gözleriyle kadını yudum yudum içti adeta. Kalbiyeçino, Kalbiyekola, Kalbiyelisalep, Kalbiyemartini.

Romandan hoş bir betimleme demeti daha: “Biliyor musunuz buradan bakınca İzmir neye benziyor? İki ayaklı memeli karıncaların yaptıkları site şehri. İstanbul peki? Yedi bombeli arı kovanı. Ankara? Eşek arısı cenneti. Bodrum? Mutant, mafyasol, keyifbol, hedonist termitler beldesi…

Yazar bu fantastik macera içerisinde bilimsel açıklamalar da yapıyor elbet… Hani, masal bu demeyin diye. “Gelecek çeşitli kıvamlarda eko üretir ve bunları sürekli olarak geçmişe yollar. Geçmiş kendinden kaynaklanan bu ekolardan etkilenir ve azıcık değişime uğrar. Böylece başka bir geleceğe meydan verir. O geçmişine bir eko yollar. Bu böyle sürüp gitmekte. Çatallanma inanılmaz boyutlardadır…” Yani yazar demek istiyor ki, yaşam hiç de sizin bildiğiniz gibi değil, yalnızca algıladığınız kadarını biliyor ve anlıyorsunuz. Yoksa yaşam, kişisel düşüncelerle, hayallerle ve arzularla sürekli dallanıp çatallaşır ve siz bundan sadece birisini algılarsınız, diğer her şey paralel evrenlerde vücut bulmaya devam eder. Peki neden bir sürü yaşam formu içinde yalnızca bir tanesini algılıyoruz diye soracak olanlara yanıt benden gelsin: Beynimizin ürettiği her şey bir çeşit elektrik dalgaları olarak evrene dağılır. Yazar buna ‘eko’ demiş. Malumunuz evrene dağılan her ışık ve ses dalgasının frekans yelpazesi vardır ve biz insanoğulları yalnızca belirli bir aralıktaki frekansları ses ve ışık olarak görebiliriz. Demek ki paralel evrenlerin yalnızca kendi frekansımıza uygun olanını yaşayabiliyoruz, bu kadar açık ve basit. Zaten devamında yazar bu frekans aralıklarıyla da ilgili anlaşılır bilgiler vermiş. Okuyun öğrenin.

Sadık Yemni/Ölümsüz için son satırlarım şunlar: Akıcı diliyle insanı sıkmadan hatta yer yer cümlelerin altını çizme ihtiyacı doğurarak ilerleyen şaşırtıcı bir macera. Belki bazılarının anlayamadığı bölümler olacak ancak inanın anlayabildiğiniz kısımlarla bile yorulmayacağınız, mutlu olacağınız ve muhtemelen sizi bazı şeyleri araştırmaya itecek bir roman bu. Hadi bir örnek vereyim de ne demek istediğim anlaşılsın; Ayhan ve Kalbiye paralel evrenlerde dolaşırken sözde Konya Kenti’nin otogarına geliyorlar. Gidecekleri yere onları götürecek otobüs perona yaklaştığında şoka uğruyorlar zira bu yanmış, demir yığını haline gelmiş, jantlarının üzerinde yol alan bir otobüstür. Yolcular ve kaptan da otobüsten farksızdır elbet, hepsi yanık etlerinin arasında kemikleri görünen ama canlı insan hurdalarıdır.

Yüreğiniz yetiyorsa buyurun yolculuğa…

Belki bir yerlerde rüyanızdan, korkularınızdan kalan sizin de yanmış bedenleriniz vücut bulmuştur da haberiniz yoktur.