İnsan, içine ne kadar fazla dönerse diğer insanlardan o kadar uzaklaşıyor… Elbet bu kişinin sosyal ve iş hayatında radikal kararlar alacak kadar olmuyor, sonuçta devam eden bir hayat, sorumlu olunan aile/çocuklar vs. var. Ancak etraftaki insanlara ruhsal yakınlık duyma manasında ciddi kopuşların başlamasıyla, yaşamın görünen değil kuytuda kalmış, düşünme gereği hissedilmemiş hatta çok da önemsenmemiş veçheleriyle tanışma sürecine giriliyor. Hayat denen, fiziksel tezahürlerin kabullenilen gibi olmadığını anladıkça da zihinsel şoklarla beraber tekâmül orgazmı keşfediliyor. Tıpkı Stephen Hawking’in dediği gibi; “En büyük mutluluk para-mal-mülk değil, ‘ANLAMAK’…”
Kuşkusuz insanın içine dönmesi, tekâmülünü hızlandıracak konuları ve eserleri seçmesini de öğretiyor. Bu demek değildir ki kişi rutinden kopuyor, kendisini yalnızca kişisel gelişim eserleriyle apokrif (gizli-saklı ilimler) kitaplara veriyor… Hayır, bu asla insanın kendi içinde kendi dergâhını yaratmak değil; yaşam olduğu gibi devam ediyor. Alacakaranlık da Asi Melekler de okunuyor ancak fantezinin içinde bile ne kadar fazla gerçek olduğunu ayırabilerek okunuyor. Yahut yıldızlara, dağlara, göllere, akarsulara hatta basılıp geçilen taşa toprağa yalnızca gözün algıladığı kadarıyla değil zihnin kuytularından çıkarılabilmiş astral düzeylerin bilinciyle bakılıyor. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler, iyi ve de kötü, olduğu gibi yargısız kabul ediliyor.
İşte yukarıda tarifini verdiğim ‘yeni insan’ ın hiçbir biçimde es geçemeyeceği, derinliğini anlayarak ve sarsılarak okuyacağı bir kitaptan bahsedeceğim; “Ölüm Nedir ve Nasıl Ölümsüz Olunur – Akif Manaf – Şira Yayınları/2011”
Baştan belirtmemde fayda var; uzun süre Hindistan’da ve Himalaya Dağları’nda yaşamış, Sanskritçe bilen Yogaçarya Akif Manaf, hakkıyla bir üstat… Henüz tanımamış olanlar internette kolayca bilgi bulabilir, bulsun öğrensin zaten.
Kitaba gelecek olursak; bu tür eserlerin bir handikabı vardır, genellikle belirli bir bilinç seviyesinin üzerine hitap ettiklerinden günlük konuşma dili yeterli gelmez, öyle olunca da herkes kolay anlayamaz. Ancak Akif Manaf’ın eseri öyle değil. Günlük konuşma diliyle öğrenci-üstat diyalogu şeklinde gelişiyor. Cümleler hiç dallanıp budaklanmıyor, çetrefile sarmıyor ve anlatılmak istenen son derece keskin bir şekilde izah ediliyor. Üstelik herkesin aklına kazınmış, ‘Hayalet’ ya da ‘Cennetimden Bakarken’ gibi filmlerden örnekler verilerek…
Önsöz, Orijinal Yoga Sistemi’ni anlatarak başlıyor. Bu gerçekten önemli zira yoga adı altında öğretilen bir sürü tekniğin aslında Orijinal Yoga Sistemi’nin parçaları olduğunu öğreniyoruz. “Siz karaciğeri çıkarıp ayrıca, tek başına kullanmak isterseniz o ölüdür artık… Orijinal Yoga Sistemi’nden bir şey alıp, bir organı koparıp uygulamak artık ölü bir uygulamadır…” diyor A. Manaf. Birkaç kursa gidip ‘Yogi’ havasıyla ortada dolaşanların havasını söndürüveriyor böylece.
Yoga anlatılarak giriş yapılsa da kuşkusuz kitabın ana teması ‘Ölüm’. Ölümle ilgili akla takılan ne kadar soru varsa yanıtlanmış. ‘Gidip de dönmüş olan mı var’ demek kolay elbet ancak yoga uygulamalarıyla ruhun bedenden ayrılma deneyiminin sağlanabileceğini anlatıyor Üstat Manaf. Yogayla ilgili az-çok bilgisi olan insanı bile ikna ediyor. Ancak, ‘Gidip de dönmüş olan mı var’ klişesinin sağlam taraftarları ne olacak diye sorulacak olursa kabulcülük de yaşama dâhil deyip geçeceğiz.
Sıkı kabulcüleri kendi hallerine bırakıp kitaba dönelim ve yoga-ölüm ilişkisini yazarın ağzından sunalım. “Ölüm dediğimiz olgu aslında bireyin veya ebedi ruhi varlığın maddi bedenden ayrılma olayıdır. Bu ayrışmadan sonra beden ölür fakat bireyin bilinçli yaşamı devam eder… ‘Öbür Dünya’ dediğiniz şey astral düzeydir.” Yoga, bilincin bedeni terk ederek astral düzeye geçme ve fizik dünyanın ötesini de görmek/anlamak böylece fiziksel ve ruhsal sağlık kazanmak olunca “yoga/ölüm deneyimi” ilişkisinde de akılda pek soru işareti kalmıyor. Zaten yoganın Sanskritçe anlamının ‘birleşmek’, ‘bütünleşmek’ olduğu en başta, önsöz de açıklanmış.
Eserin ilerleyen sayfalarında ‘zihin’ denen kavrama değinilmiş ki ölümün ne olduğu anlaşılsın… Oysa biz bildik bileli zihni, akıl/beyin kavramlarıyla bütünleşmiş bir düşünce alanı olarak tarif ettik basitçe. Elbet bunun yanlış olmamakla beraber derin bir tanım olmadığını öğreniyoruz. Korku örneğiyle bakın zihni nasıl anlatıyor A. Manaf. “Korkular zihinde, korkan odur aslında siz değilsiniz… Korku zihinde oluşmuş, ortaya çıkan bir his, zihinde mevcut olan, zihinle ilgili. Zihin nereden alıyor o korkuyu? Duyulardan alıyor.” Sonra bir örnek vererek zihin kavramının kolayca anlaşılmasını sağlıyor; “Ben şimdi konuşuyorum, siz bunları anlamaya çalışıyorsunuz ve zihninizi kullanıyorsunuz, benim sözlerimi deşifre etmeye çalışıyorsunuz, kendi inançlarınızla ve bildiğiniz kavramlarla karşılaştırıyorsunuz, bir yığın şey yapıyorsunuz. Zihniniz çalışıyor, düşünüyorsunuz, karşılaştırıyorsunuz ve analiz ediyorsunuz fakat bütün bu işlemler algılamanızda bir engel” Ve ölümle zihni şöyle ilişkilendiriyor, “Eğer ölümü anlamak istiyorsanız zihin durmak zorunda… Zihin durunca huzur ortaya çıkar, o zaman sessizliğe dalarsınız, çok güzel bir histir…” Yaşarken zihni durdurmak mümkün mü? Evet mümkün, tahmin edeceğiniz gibi formül yoga… Yoga da zihne ne oluyor? Şöyle diyor A. Manaf; “Çalışma sırasında bir küre yaratıyoruz, o küreyi nerede yaratıyoruz? Zihnimizde yaratıyoruz. Zihin bir alan, bir enerji alanı ve böylece onu o mükemmel şekle sokuyoruz…” Bu eserde zihinle ilgili en önemli cümle şu bence; “Çünkü fiziksel beden somutlaşmş zihindir, her şey aslında zihinden geliyor, aslında her şey bilinçle ilgilidir. Bilinç katılaşarak bu fiziksel düzeye kadar geliyor. O yüzden zihinsel alan katılaşarak fiziksel alana dönüşüyor. Bedeniniz katılaşmış zihninizdir, zihninizde ne yapıyorsanız bedeninizde o oluyor, yankılanıyor. Beden somutlaşmış zihindir ve zihin soyutlaştırılmış bedendir.” Ağır bir paragraf gibi görünmesin gözünüze, birazcık mikrofizik bilgisi olan, Arşimet gibi ‘evreka, evreka’ diyerek banyodan fırlamasa bile ona yakın bir tepkiyle idrak edeceği basit bir yaşam formülüdür bu.
Kuşkusuz salt zihin/yoga kavramları üzerine kurulmuş bir ölüm kitabı değil bu. Örneğin ben hiçbir kitapta ‘Karma’ yasasının bu denli net ve anlaşılır biçimde anlatıldığına tanık olmamıştım. Basitçe ‘ne ekersen onu biçersin’ yasası olmadığı, düşüncelerin dahi karmayı nasıl etkileyebileceği, astral düzeylerde karma tezahür ettirmenin mümkün olup olmadığı gibi pek çok derin bilgi mevcut. Hele bir de hayatları karma hesabı yapmaya dayamış Caynizm Dini müritlerinden bahsediyor ki insanoğlunun her şeyde olduğu gibi Karma Yasası’nın da suyunu çıkardığı ironisiyle yüz yüze geliyor ne güleceğinizi ne de üzüleceğinizi bilemiyorsunuz.
Hadi diyelim zihin-karma-yoga hepsi karmakarışık geldi ve bu dünya meşgalesi içinde bu kadar derin bilgiye vakit ayıracak durumda değilsiniz. Zaten dünyevi değerlere fazlasıyla kendini kaptırmış insanlar sorgusuz sualsiz inanmaya, kabullenmeye yatkındır. O zaman siz de Akif Manaf’ın ikna edici yalın anlatımıyla sabah ölmekle akşam ölmek arasındaki farklara odaklanabilirsiniz. Yahut ölü bedeni terk etmekte zorlanan ruhun acısını hissedebilirsiniz. Hatta mezarlıkların neden hayalet kaynadığını tüyleriniz diken diken öğrenebilirsiniz. Ölü bedeni yakmanın faydaları da ilginizi çekebilir. Hiç olmadı, Hayalet ve Cennetimden Bakarken filmlerinin astral düzey eleştirisini ilgiyle okuyabilirsiniz.
Yalnız bir noktada tereddüde düştüğümü belirtmeden olmaz. Bu kitabın ana temasına göre, ruh bedenden ayrılıyor, buna rağmen ruh hâlâ bedenin etkisinde yani duygusal anlamda bedene olan aidiyatı kolayca bitmiyor. Astral dünyada kaldığı sürece de bu böyle devam ediyor. Bu durum yalnızca son terekettiği beden için geçerli, daha eskileri hatırlamıyor. Üstat-öğrenci sohbeti biçiminde devam ediyor ya kitap, o kadar çok yeri geliyor ki bir öğrenci şu soruyu sormuyor; “Yeniden bedenlenme nasıl oluyor, astral beden fiziksel bedenin bu kadar etkisinde madem, yeni bir rahimde yeniden bedenlenirken nasıl ve neden her şey unutuluveriyor?” Evet bu kitabı bitiren insanda kocaman bir boşluk hissi yaratan bu konuya hiç değinilmiyor. İnsan da haliyle merak ediyor, acaba bir başka kitap konusu mu diye. Yoksa fiziksel beden çakralarından, akupunktur noktalarına kadar yan konuları bile sorabilen öğrencilerin aklına bu sorunun gelmemesi mümkün mü?
Sonuç mu? Sonuç yok, son yok çünkü… Herkesin yaşamı anlama biçimi farklı olsa da gerçek tek… O gerçek, sonsuzluk… Sonsuzluk aynı zamanda ölümsüzlük ise bu kitap aslında ölümün değil ölümsüzlüğün kitabı. Ben Akif Manaf’la bu kitapta tanıştım, egodan tanrıdan bahseden daha eserleri var elbet onları da okuyacağım. Akif Manaf anlatıcı, ben şimdilik aracıyım… Yaşam böyle rollerle devam edecek, herkes yaşamın bir köşesinden pencere açıp kendisine bakacak. Kimi bedenini görecek kimi ruhunu… Ve bu böyle sürüp gidecek.