Edebiyatın iki türü hep kafamı karıştırır, pek ayıramam; fantastik ve bilim-kurgu… Belki, geçmişin yahut bilinmeyen hayali âlemlerin farklı dünyalarında geçen masalsı hikâyelere kolayca fantastik denebilir, geleceğin yahut uzayın konu edildiği hikâyelere de bilim-kurgu denebilir. Ancak her geçen gün gelişen ve çeşitlenen (tekâmülü artan) insan idrakiyle ortaya çıkan edebi eserlerde salt fantastizmin ve salt bilim-kurgunun kalmadığına inananlardanım. Örneğin Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi’ni nereye koyacağız?
Ben kendimce, bilimsel olsun olmasın içinde ütopik öğeler bulunduran her esere/filme ‘FANTASTİK’ demeyi uygun görüyorum.
Bu bağlamda fantastik romanları kabaca üçe ayırıyorum.
İlki ‘Masalsı Fantastizm’. Bu türün en önemli özelliği yaşanan dünyadan kahramanlara kadar her şeyin hayal ürünü olmasıdır. Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter… gibi.
İkincisi ‘Bilimsel Fantastizm’. Burada konu günceldir ve yakın geçmiş/bugün/yakın gelecek gibi zaman dilimlerinde yabancı olmadığımız sosyal ortamlar işlenir. Ne var ki, fiziksel dünyada henüz gerçekleşmemiş ancak varlığı yahut olabilirliği matematiksel ve fiziksel öngörülere dayandırılmış bir takım ütopik olaylar ana temayı oluşturur. Benjamin Button, Kelebek Etkisi… gibi. Eğer zorlarsak Asi Melekler, Alacakaranlık, Fısıltı gibi melek/vampir dizilerini de bu sınıfa iliştirebiliriz.
Üçüncüsü ise ‘Uzay Fantastizmi’. Bu türde de malum olduğu üzere zaman/boyut kavramları aşılarak teknoloji temalı başka dünyalar, başka varlıklar, başka medeniyetler işlenir bolca. Otostopçunun Galaksi Rehberi, Asimov romanları, Star Wars Serileri hep bu sınıf…
Peki, şimdi henüz okuyup bitirdiğim ve gösterişli kapağında fantastik roman olduğu belirtilmiş Şebnem Pişkin’e ait Kırklar Diyarı’nı hangi sınıfa sokacağız? Kitabı okuyan birisinin rahatça ‘Masalsı Fantastizm’ diyeceğinden eminim ama ben o fikirde değilim. Bu konudaki düşüncemi en son yazacağım. Evvela biraz kitaptan bahsedelim.
Peşinen söylemeliyim ki, Kırklar Diyarı’nı satın alırken yazarı Şebnem Pişkin haricinde kitapla ilgili hiçbir bilgim yoktu. Kapağı güzeldi bir de arka kapak yazısının “İşte sana kırk kapı, kırk öğüt. Kırk gün kırk çeşmeden akan kırk damla suyla beslen. Kırk gün kırk gece yapılan düğünlerin ve kırkı çıkan bebeklerin bereketi ol, kırk yıllık dostluğun vefası ol, sonsuzluğa uzan…” diye sürüp giden şiirselliği o anda cezp etmişti beni. Fantastik eserlere de meraklı ve yatkın olunca çok fazla düşünmeme gerek kalmamıştı.
Eser, ölmek isteyen sorunlu bir genç adamın kendisini uçurumdan aşağı bırakmasının ardından bedenden ayrılan ruhunun pişmanlık duyarak acı çekme hikâyesiyle başlıyor. Ve ‘Öteyer’ de hesap verirken devam ediyor.
Eh, ödül de ceza da evrensel karmanın temel prensibi olunca kahramanımız dünyalık yaşamında köpeği Mahsun’a çok iyi baktığı ve onun hayır dualarını aldığı için Cehennem’e yollanmadan son bir şans kazanıyor ve Kırklar Diyarı’na gönderiliyor. Kırklar Diyarı’nda kırk sırra ulaşıp sonsuzluğun kapısını aralayacaktır.
İşte kitabın özeti bu; kırk ayrı hikayede kırk sırra vakıf olma ve bu kırk sırdan ders çıkarma…
Belirtmekte fayda var; Kırklar Diyarı’nın ders vericileri hepimizin çocukluğundan itibaren bildiğimiz sevdiğimiz efsanelerin kahramanları… Örneğin ilk dersin konusu ‘samimiyet’ kavramı olup Hûdhûd kuşu şöyle der; “Bir karıncanın gözü Süreyya yıldızını nasıl seçebilir ki? Bildiğin ne olursa olsun, gördüğün şey gerçekte gördüğün değildir. Yok olursan varlık peşinden gelir. Surete takılır hazine ve mücevher aşkına dalarsan, heyâ ve hevesinin elinde oyuncak olursun, samimiyetten uzaklaşıp kim olduğunu unutursan sonsuzluğu elinden kaçırırsın.”
İkinci ders konusu ‘utanmak’… Bu dersin içinde Adem ile Havva’yı ayartan Yılan’ın şu sözü de pek manidar; “…kadınla erkek birbirini asla anlayamayacak. Birbirinden ayrılamayacaklar ama birlikte yaşamaya da katlanamayacaklar…”
Elbet kırk dersi kırk paragrafta burada anlatma şansım yok. Kitabın içeriğiyle ilgili fikir versin diye ilk iki bölümden örnek verdim. Merak eden okuyup öğrenecek, ders vericiler olan Yusuf ile Züleyha’dan, Kral Süleyman’dan, Gulyabani’den Musa’ya kadar pek çok kahramanla hatıralarını tazeleyecek ve eğer yaşını başını almışsa biraz çocukluğuna, biraz da ilk gençlik yıllarına dönecek. Bana göre son derece etkileyici olan romanın finalinde ise düşünüp kalacak…
Şimdi gelelim bu romanın türüne… Efsaneler ve masallarla süslendiğinden masalsı fantastizm olarak algılanacağını oysa şahsi düşüncemin hiç de öyle olmadığını belirtmiştim. Evet, bence köküne kadar bir kişisel gelişim kitabı bu. Fantastik hikâyelerle güçlendirilmiş dersler kitabı… Belki kişisel gelişimin Kryon’u, Osho’su, Ramtha’sı değil, onlar gibi belirli bir seviyenin üstündeki okuyuculara hitap etmiyor olabilir ancak kesinlikle ilk gençlik yıllarını yaşayan ve henüz kişisel gelişimin labirentlerine dalmamış bir okuyucu kitlesi için bulunmaz nimet.
Son sözüm şu; ortaöğretimde edebiyat öğretmeni olsaydım, öğrencilerime tavsiye edeceğim birkaç kitaptan birisi de Şebnem Pişkin’in Kırklar Diyarı olurdu.
Çok doğru bir tespit. Şebnem Hanım, yola zaten ‘Bir’ kişisel gelişim kitabı ile çıkmıştı, her bir kitabı da kişisel gelişimle iç içedir.
BeğenBeğen
Gülşah hanım, Kitapyurdu’nda romanınız Siyah Nefes’in ilk on sayfasını okudum çok etkileyici buldum. İşim gereği çok fazla okuyamıyorum ancak şu kesin, sıradaki kitap belli oldu.
BeğenBeğen
Çok teşekkür ederim. Umarım soluksuz bir okuma olur. Yorumunuzu duymayı çok isterim okuduğunuz zaman:)Sevgiler…
BeğenBeğen
Mehmet abi, ben Şebnem Pişkin’in kitaplarını (son kitap hariç) fantastîki kurgu olarak isimlendiriyorum. Ne kadar hak verirsin bilemem.
BeğenBeğen