Üniversite yıllarımdı… Çok samimî olduğum bir arkadaşımın ailesiyle yaşadığı evlerine gittiğimde kapıyı açan ‘sosyetik’ bildiğim annesi beni şaşkınlığa düşürmüştü. Elinde Kuran vardı, başında ise beyaz bir örtü.  Oysa o asla makyajsız dışarıya çıkmayan, saçlarını kuaförde yaptıran alımlı, şık bir kadındı. Elbet o yıllarda dinin içsel/ruhanî bir kavram olduğunu,  gösterişle, kılık kıyafetle alâkalı olmadığını bilmiyordum.

Ve din konusunda gerçek ilk dersimi bu şekilde almış oldum:

İnanç, kişinin özgür iradesiyle zuhur ederse saftır/temizdir; öbür türlü gösterişle, sloganla, topluluk oluşturmakla inancın özü dallanıp budaklanmakta ve Yaradan-kişi arasına bir yığın kurallar, kaygılar, korkular ve hatta menfaat ilişkileri girerek bağları bulanıklaştırmaktadır. Dini cemaatleri oluşturan bireylerin maddi-manevî ilişki içerisinde olmadığını kim iddia edebilir? Yine kim söyleyebilir bir dini cemaatin bir diğeriyle dinin temel konularında bile ihtilâflı olmadıklarını…

Tam burada Kuran’dan alıntı yapalım.

Zümer Suresi 3. Ayeti der ki; İyi biliniz ki, halis din Allah’a mahsustur. Fakat bazıları O’nu bırakıp veliler edindiler. Kendilerini Allah’a daha yaklaştırsınlar diye (velilere) biat ettiklerini söylediler. Şüphe yok ki Allah, onların düştüğü kendisiyle ilgili bu ihtilâf hakkında, hükmünü verecektir. Muhakkak ki Allah, yalancı, nankörlüğe düşkün olan kimseyi hidayete erdirmez.

Din, sosyal-felsefî-edebi-matematiksel bir olgudur.

Açalım:

Sosyal; çünkü mevcut sosyal düzeni değiştirmeye yeltenmez, aksine uyar.

Felsefî; çünkü keskin hükümler içermeden insanın kendi yaradılış özellikleri doğrultusunda düşünmeye sevk eder.

Edebi; çünkü insanın kapasitesi kadar mana çıkarabilmesini sağlar.

Matematiksel; çünkü manaların birbirini yok etmemesi için güçlü formüller içerir.

Şimdi bu kadar geniş kavramları içine alan bir olguyu sen al, kalıplara sok. Olacak şey mi?

Konumuz bu kalıplardan birisi; başörtüsü.

En baştan belirteyim; doğru yaptığına inanarak kendi rızası ve inancıyla başını örten, örtüsünün kişisel tercihi olduğunu kabul edip öbürlerini yargılamaya kalkmayan insana diyecek lâfım olamaz. Kişinin gerçeği inançlarıdır zira.

Gelelim başörtüsü-din ilişkisine.

Din, sosyal-felsefî-edebi-matematiksel bir olgudur,” demiştik… İşte, başörtüsünü  de dinin sosyal çerçevesi içinde ele almak mümkün. “Din, mevcut sosyal düzeni değiştirmeye yeltenmez, aksine uyar,” Zaten dinlerin yeryüzünde var olmaya başladığı tarih aralığına baktığımızda bu uyumu gayet net biçimde görüyoruz. Mezopotamya ve Arap Yarımadası’nın sıcak, kuru iklimiyle çöl rüzgârlarlarının halkın giyim kuşamı üzerindeki etkisini anlatmaya gerek yok. İşte tam bu noktaya değinen Kuran –  Nur Suresi 31. Ayet de, “İnanan kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar ve açığa çıkıp görünenlerden başka ziynetlerini göstermesinler ve örtülerini, göğüslerini örtecek biçimde omuzlarından aşağıya doğru salsınlar;” der.

Hangi örtü?

Günümüzde şekle-şemale sokulup, kalıplaştırılmış türban mı bu?

Yahut ipekli, cafcaflı ve rengârenk desenleriyle kadın başını saçlı halinden daha cazip ve gösterişli hale getiren envai türlü başörtüsü mü?

Yoksa konu resminde görülen geleneksel kıyafetlerdeki örtü mü?

Şimdi basit bir deney yapalım. Türkçe Kuran Meallerinden birisinin sonundaki ‘indeks’ kısmına bakalım. Buradan kesin bir sonuç çıkaramayacak olsak da Kuran’ın defalarca vurguladığı konuları anlamak kabaca fikir verebilir.  ‘Başörtüsü’ sözcüğü sadece bir ayette geçiyor onu da yukarı da yazdım zaten.  Ancak bazı sözcükler var ki farklı ayetlerde elliden fazla yer alıyor. Bu sözcüklerin bazılarını sıralayayım şimdi: Affetmek, akıl, bilgi, doğruluk, fesat/gayb, iftira, kibirlilik, şükretmek, yalan, zulüm…

Kuran’da yer alan kelimelerde çıkardığım sonuca geri geleceğim ancak üzerinde durmamız gereken bir mesele daha var ki ondan sözedelim önce ve ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın.

Kuşkusuz, binlerce yıldır var olagelmiş ve ‘din baronları’ olarak tabir ettiğimiz bir takım siyasî/sosyal güç edinmiş insanların cahil halkı kolay etkileyip diledikleri biçimde sosyal yapıyı biçimlendirdikleri malûm. Bu devirde bile bırakın Kuran okumayı, Kuran’ı anlamaktan aciz çok insan var etrafımızda. Bir de bunlara yukarıda yazdığım Zümer Suresinde ki, “…kendilerini Allah’a yaklaştırsınlar diye velilere biat edenler…” sınıfına girip, dini Velî’den öğrenenleri ilâve ettiğimizde durumun vahameti ortaya çıkıyor.

Konuyu anlamak zor değil. Birileri kadınların başını örtmesi gerektiğini söylüyor, çoğunluk toplulukları inandığına sorgusuz sualsiz biat etmeye yatkın olduğundan başörtüsü dini gerçekleri oluveriyor. Öncelikli dini tercih başörtüsü olunca da kadın, ya kendi rızasıyla veya ataerkil toplumlarda babalarının, kocalarının baskısıyla örtünüyor.

Söyleyin Allah aşkına ‘başörtüsü’ kadar şu yukarıda sıraladığım Kuran kelimeleri konuşuluyor mu?

“Başını ört” diyen zihniyet, örneğin ticarette âdil olmayı öğretiyor mu?

Ya da affetmenin en büyük ruhsal zenginlik olduğundan bahsedebiliyor mu?

Hatta maddî ve manevî ilişkilerde insanın insana yaptığı zulmü dile getirebiliyor mu?

Fakire bir tas çorba verebiliyor mu?

Hemen yanı başında hakkı yenmiş bir başka insanın hakkını savunabiliyor mu?

Yemin ederim bunlar başörtüsü kadar konuşulup dile getirilmiyor, böylesine ikiyüzlü bir toplum olduk. İnsanın insana saygısı kalmadı, para için araya nifaklar girdi, miras için kardeş kardeşe küstü, zengin olmak uğruna başkalarının sırtına binildi, dolandırıcılık ve üç kâğıtçılık her kesime yayıldı, parası olan iyi eğitim aldı da fakir olup eğitim alamayan üniversite kapılarından geri çevrildi, adaletsizlik bütün kurumlara sindi, para en büyük kötülük kaynağı oldu ve bir Allah’ın kulu bunu dile getirmiyor da  ‘başörtüsü’ diyor.  Ve böylece İslâm Dini yüksek ruhanî seviyelerden bir ‘başörtüsü’ eksenine çekilerek fanileştiriliyor.  Adalet, bağışlayıcılık, yardımseverlik, saygı ve sevgi başörtüsünden daha makbul değil midir Allah katında?

Elbette bu başörtüsü konusunun bir başka boyutuna daha değinmek lâzım; siyasî ve ekonomik getirim kısmına… Tesettür çılgınlığının yarattığı envai türlü biçim ile toplum ayrıştırılıyor, böylece yeni açılmış ticarî kapılardan nemalanarak baronlaşan sermaye güçlerinin siyasetteki hâkimiyeti çoğalıyor. Siyasetin ve ticaretin en etkili güç kaynağı haline geldiği günümüz dünya düzeninde, cehalet üzerinde iyi sonuç verecek bu gibi konular pişirilip servis ediliyor. Sonuç; bir bakmışsınız başörtüsü gibi sosyal içerikli bir olgu dinin asıl amacı olan ruhanîliğin önüne geçivermiş…

Başörtüsüne kimse karışmasın,  demek kolay, ancak başörtüsünden maddî-manevî beslenen baronların dine verdikleri zararı gören, anlayan kaç kişi var?

Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için bir örnekle açtığım yazımı yine bir örnekle noktalayacağım.

İnternet yoluyla tanıştığım Güney Amerikalı genç bir gazeteci/yazar arkadaşım var. Entelektüel birisi ve ülkesinde yayımlanmış eserleri mevcut. Türkiye’yi hiç görmediği halde nedenini kendisi de anlamadığı bir biçimde Türkiye sevdalısı… İnternet aracılığıyla Türk dostlar edinmiş ve derdini anlatacak kadar Türkçe öğrenmiş. Gelecekte Türkiye’de yaşamayı plânlıyor.  Bu esnada İslâm dinini de merak edip Kuran’ın İspanyolcasını edinip birkaç defa okumuş, etkilenmiş ve Müslüman olmaya karar vermiş. Sonrasında bir Türk arkadaşının tavsiyesiyle o ülkedeki bir Türk topluluğun oluşturduğu dernek yahut cemaat türünden bir oluşumla temasa geçmiş. Ancak buradaki kadınların kıyafeti, erkeklerin garip bıyık ve saç biçimleri (bu kendi tabiri) ve onların esnek bulmadığı düşünceleri nedeniyle Müslüman olmayı şimdilik ertelemiş. “Hâlbuki ben Kuran’da derin bir ruhanîlik olduğunu sezmiştim…” diyor.