Meğer Orta Asya bozkırları yalnızca Türklerin anayurdu değilmiş…
Hani, yıllardır tek sahibi siz olduğunu zannettiğiniz tarlalarınızda aslında başka hissedarların da bulunduğunu öğrenmek gibi bir duygu olmalı bu.
Öyle ya, Orta Asya denince aklımıza gelen resim hep aynı değil midir? Hafif çekik gözlü, aslan yelesi saçları olan, başına börk takmış, at üstünde kılıç sallayan Buminler, Bilgeler, Tonyukuklar… Hadi, Hun İmparatorluğu’nun bir kolunun Kuzey’den Balkanlar’a ve Doğu Avrupa’ya göç ettiğini ve Fin-Macar-Bulgar halklarının Türk kökenli olduğuna inanarak bu ayrışmayı sindirelim. Lâkin Yunanlıların da anayurdunun Orta Asya’da ki Baktriya bölgesi olduğu iddiasına ne diyeceğiz? Ki ‘Bin kentli ülke’ anlamındaki Baktriya, Aral Nehri’nin güneyinde Tacikistan ve Özbekistan dolaylarında, son derece zengin, adıyla uyumlu sık yerleşimi olan, Persçe konuşulan bir yer. Bu durumda Yunanlılarla İranlıların kökeninin aynı olduğu gibi bir de sonuç ortaya çıkıyor elbet. Kafalar daha da karışacak ama tam burada belirtilmesi gereken bir konu daha var: Hitler de üstün Ari Irkı iddiasında bulunurken kastettiği Hint-Aryanların anayurtları, bugünkü Kazakistan bozkırları…
İşte tüm bu konuların detayları, fazlasıyla, Arkadaş Yayınları’ndan çıkan Richard N. Frye’nin “Antik Çağlardan Türklerin Yayılmasına ORTA ASYA MİRASI” adlı şaşırtıcı kitabında… Zira Frye, Orta Asya’nın tarih öncesi ve sonrası dönemlerini alışık olmadığımız bir gözle incelemiş. Kuşkusuz yazarın da belirttiği gibi Pers-Mezopotamya-Mısır uygarlıklarının aksine Orta Asya uygarlıklarından günümüze ulaşmış çok fazla yazılı belge yok. Yazar, diğer Orta Asya araştırmacıları gibi yalnızca Pers ve Çin kaynaklarında bulunabilen belgelerden faydalanmış. Şunu da belirtmekte fayda var, bu durum, göçebe hayat yaşayan Orta Asya halklarının sosyal ve kültürel doğasına çok ters durmuyor elbette.
Bu kitabın öğrettiği bir şey daha var; o dönemlerde yani Miladın öncesinde Asya kıtası halklarını elde çok fazla doküman olmamasına rağmen sınıflandırmak mümkün. Zira bunun için illa yazılı belgeler bulmak şart değil, iskelet kalıntıları, toprak altında kalmış kentler ve kullanılan eşyalara bakılarak farklı kültürler kolayca ayırt edilebiliyor. Çinliler ve Moğollar Orta Asya’nın çekik gözlü ırkları olarak geçmişten beri daima var olmuşlar. Ancak günümüzde artık varlıkları kalmamış, Kazakistan civarındaki bozkırlarda göçebe hayat yaşayan European, yani çekik gözlü olmayan ve henüz kimlikleri konusunda net bulgulara ulaşılamamış halkların da izleri var. Bunlar muhtemelen sonradan Hun, Hint-Aryan ve Caucasian(Kafkas) olarak kavimlere ayrılmış ilk Uygurlar… Şunu belirtmekte fayda var; günümüz Uygurları ile M.Ö 4000’ler de yaşamış ilk Uygurların direk bağlantısı yok. Zira MS 400’lü yıllarda artık yıkılmış Hun İmparatorluğunun ardından ortaya çıkan kavimlerden birisi muhtemelen efsaneleşmiş köklerini yeniden canlandırmak gayesiyle bu adı almış olmalı. Yoksa kadim Uygur halkı belki de hem Türklerin hem de Hint-Aryan halklarının atalarıydı.
Richard N. Frye bütün bu bilgileri önümüze koyarken, sadece elde mevcut dokümanların izini sürmekle kalıyor ve yorum getirmiyor.
Yorum okuyucuların…
İsterseniz Aryanların günümüzdeki kültür mirasçıları olan İranlılarla Almanları, Türklerin kardeşi kabul edin, ya da tam tersi Türklerin başlangıcını Göktürk İmparatorluğu’na dayandırın, fark etmiyor, tarih hep aynı biçimde tekerrür edip duruyor. İşin özü şu: Başlangıçta Asya Kıtasında çekik gözlü Çinliler, Avrupai fiziğe sahip Uygurlar ve esmer Ortadoğulu Samiler vardı… Gün geldi hepsi birbirine karıştı.
Bu karışmanın sonrasını ele alıp derine indiğimizde Türklerin bilinen ilk atalarının Göktürkler olduğu gerçeği hiç bir şekilde değişmiyor, aksine daha da sağlamlaşıyor.
Aslında bilmediklerimiz bildiklerimizden kat be kat fazla. Konuyu şöyle bitirelim; “Hiçbir şey bilmiyorsunuz, bilseydiniz öğretemezdiniz!” Anlayana…