Peru’ya turla gidenler bilir, Nasca-Cusco-Puno olmazsa olmaz görülecek yerlerdendir. Tabii ki öyledir çünkü Nazca’da Nazca Çizgileri’ni, Cusco’da Machu Picchu’yu, Puno’da Titicaca Gölü’nü görmeyen Peru’ya gitmiş sayılmaz.
Bahsettiğim bu üç kare-asın yanında Peru’da o kadar çok görülecek yer var ki liste yapsan sayfalar almaz.
Tur firmalarının programına dâhil etmediği yerlerden birisi de Iquitos.
Peru’nun başkenti Lima’dan 1 saat 45 dakika süren bir uçuşla ulaşılan Amazon Nehri kıyısında nüfusu 300.000’in üzerinde kocaman bir köy-kent… Halkının Amazon yerlilerinden oluştuğunu söylersem ilginizi çeker muhtemelen fakat İquitos başlı başına bir başka dünya, ütopik, distopik nasıl değerlendirirseniz artık… Eminim bu yazıyı okuyan herkes bir kere Iquitos’u görmek isteyecektir. Amazon Ormanlarına nasıl gidilir, başlayalım…
Iquitos adlı şehir Amazon Ormanlarının içinde olduğundan karayoluyla ulaşmak mümkün değil, gün boyu Lima’dan pek çok uçak olduğundan ulaşım sorunu yok. Ben iki gece 3 gün kaldım hâlâ düşündükçe fantastik bir filmin içine girip çıktım mı diye düşünmeden edemiyorum.
Lima’dan gidiş dönüş uçak bileti 300 Dolar civarında. Kalacağım oteli internetten ayarlarken şahane bir hata yapmışım ki iyi ki yapmışım… Ben Iquitos şehir merkezinde kalacağımı zannediyordum, teknelerle saatlik Amazon Nehri turuna çıkarım diye hesap etmiştim ama başka türlü oldu.
Şimdi Iquitos’a ayak bastığım andan itibaren neler oldu anlatayım, siz de gözünüzde canlandıra canlandıra okuyun. Seveceksiniz.
İnternet aracılığıyla (booking.com) ayarladığım otel, mailleştiğimiz gibi beni Iquitos Havalimanı’ndan aldırdı. Şimdi burada bir parantez açmalıyım, uçaktan iner inmez yüzüme çarpan sıcak hava ve tıpkı bir cam seranın içindeymiş hissi veren nemli ve boğucu ortam peşin bir yılgınlık yarattı, ‘eyvah’ dedim ‘ben üç gün ne yapacağım şimdi?’ Böyle memnuniyetsiz, bir otomobil içinde şehir merkezine doğru yola çıktık, kafam karışık bir yandan… Mototaksi denen üç tekerlekli arabalar vızır vızır… Diğer Peru kentlerinde de gördüm ama burada caddelerden tıpkı karınca sürüleri gibi akıyor, bu kadar çoğunu hayatımda bir filmde dahi görmedim. Öyle kapılmışım ki görüntüye sıcağı filan unuttum. Yok, anlatılır gibi değil, görmeden anlayamazsınız… Basit derme çatma evler, kulübeler her tarafa yayılmış durumda. Betonarme bina yok, otomobil yok(bindiğim hariç-o da numune herhalde), kamyon dahi yok… Her taraf böceğe benzeyen taşıtlar ve evlerle dolu. Esmer insanlar farklı bir fizik yapısına sahip. Hiçbir şey alışıldık değil. Garip bir dünyaya adım atıldığı hissi çığ gibi büyümekte.
Böyle şehir merkezine geldik. Neyse ki burada kocaman bir meydanın etrafında eski ve bakımsız olsa da daha büyük binalar ve gösterişli bir kilise göze çarpıyor, yani bir şehir havası var. Yollar yine böcek dediğim o mototaksilerden kaynıyor, vızır vızır her taraf, insanın başını döndürecek kadar çoklar.
Meydana bakan bir turizm bürosuna getiriyor şoför beni. Ben otele gideceğimizi zannettiğim için şaşkınım. Büronun sahibi bir Avrupalı fakat İngilizcesi çok az, İspanyol olduğunu öğreniyorum. Ben otel, otel diye sayıklıyorum ama adam beklememi söylüyor, anlaşmada ve dilleşmede daha öteye gidemiyoruz. Birkaç dakika sonra yöre halkından olduğu belli bir kız geliyor ve İngilizce konuşabileceğimizi söylüyor. Konuşuyoruz… Meğer ayırttığım otel Amazon Ormanlarının içinde bir kamp yeriymiş ve Amazon Nehri üzerinde yarım saatlik bir yolculuktan sonra ulaşılıyormuş burası da kampın irtibat bürosuymuş. Bu beklenmedik gelişmeyle şaşkınlığa düştüğümü belirtmeliyim çünkü ben şehirde kalacağımı düşünerek gelmiştim, ormanın ortasında iki gün ne yaparım? Canım sıkılır gibi oluyor. Neyse ki anlayışlı insanlar, bir gün ormanda kalıp dönersem ertesi gün Iquitos’da bir otel ayarlayabileceklerini söylüyorlar, bana da mantıklı hatta bir taşla iki kuş gibi geliyor.
Yaklaşık yarım saat sonra benimle İngilizce konuşan kızla beraber üç tekerlekli vız-vızlardan birisine binerek yola koyuluyoruz. Iquitos epey büyük bir yer, her taraf derme çatma evlerle dolu olsa da öyle, nüfusa baksanıza 300 bin… Neyse, böcek, vız-vız ne derseniz artık, bizi şehrin Amazon kıyısındaki iskelesine götürüyor, iskele dediysem öyle ahşaptan derme çatma, her taraf çamur, bir kıyısında pazar kurulu ilkel, etnik bir yer.
Kız beni bir kanoya bindirdikten sonra vedalaşma ve iyi dilek, iyi tatiller faslı… Güler yüzlü, samimi, cana yakın birisi, işini iyi yaptığını söyleyebilirim. Kızın arkasından kanoyu kullanacak genç bir Amazon yerlisiyle baş başa kalıyor ve yola koyuluyoruz. Yani şimdi eyvah bu yerliyle nereye gidiyoruz, başıma ne gelecek türünden korkulara düşmek mümkün ama gördüklerim buna izin vermiyor ki… Nehir kıyısı boyunca kazıklar üzerinde duran evler, suyun içinde boy vermiş ağaçlar, terkedilmiş hayalet gemiler, balık avlayan yerliler… Bu dünyada değilim evet, başka bir âlemde fantastik bir dünyanın tam içindeyim. Nereye bakacağımı şaşırmış halde gidiyorum.
Sonra Amazon Nehri’nin kollarından birisine giriyoruz. Artık etraf ıssız… Issız ama her taraf su ve ağaç, ağaçlar suyun içinde. Hakiki bir su dünyası… Dallarda envaı türlü kuş, bataklıklarda başı görünen timsahlar… Arada bir karşı yönden gelen kanolar olmasa tedirgin olacağım da az da olsa bir hareket olduğuna göre sakin olmam gerekiyor. Böyle yarım saat gidiyoruz işte. 7-8 bungalovdan oluşan bir tesisin minik iskelesine yanaşırken kalacağım yere geldiğimi anlıyorum. Buna benzer iki tesis daha görmüştüm daha gerilerde.
2 gün geçirdiğim Amazon Camp Lodge’nin kendi sitelerinden aldığım resmi: diğer resimler bana ait.
Genç bir kız karşılıyor beni, hiç İngilizcesi yok, tarzanca yemek isteyip istemediğimi soruyor, vakit ikindi, akşamı beklerim düşüncesiyle el ayamı ‘hayır’ manasında kocaman açıyorum (gerginlik alameti) o da elime bir anahtar tutuşturup, kalacağım bungalovu gösterip gözden kayboluyor. Şöyle bir bakınıyorum etrafta kimse yok, hakikaten kimse yok, kocaman bir yalnızlık, bir taraf su bir taraf ürkütücü orman, şaşkınım. ‘Nereye geldim ben,’ vaziyetleri…Hani dilimden anlayacak birisini görsem ‘en kestirme yoldan geri götürün beni,’ diyeceğim. Ah, etrafta tavuklar var bakın, onlar biraz umut vaat ediyor. Valizimi bırakmak için ahşap ve sazdan yapılmış kulübeme giriyorum, içerisi geniş, fena değil, göz hizasından yukarısı açık, sivrisinek vs. girmesin diye tellemişler. Mahremiyet için perdesi var, açık dediysek… Gerçi ben tedbirli geldim, ta Türkiye’den sinek kovucuyu peşinen bavuluma koymuştum. Hava sıcak malum, aklıma ilk gelen klima oluyor ama yok. Sonradan öğreneceğim elektrik de yok. Tuvalet arkada, yüzümü gözümü yıkamak için lavabonun musluğunu açıyorum bulanık çamurlu bir su akıyor, onun da sonradan nehrin çamurlu suyu olduğunu anlıyorum. Moralim epey bozuk, ben yarın ikindiye kadar ne yapacağım? Beni kanoya bindiren kız, ertesi gün saat dörtte aynı kanonun gelip alacağını söylemişti. Burada bir başıma ne yapacağım sorusu dışında odaklanabileceğim hiç bir şey yok. Çaresiz dışarıya çıkıp dolaşıyorum, ormanla olan sınıra tel örgü çekmişler, haklılar tabii, ormana dalacak halim yok ya! Elbet bunun bir de tersi durum var, ormandakilerin kampa dalmaları mümkün, o yüzden tel çekmişler zaten; düz mantık. Keyfim kaçmış vaziyette kulübeme geri dönüyorum. Hava sıcak, bunalıyorum, uyumaktan başka çarem yok… Neyse ki yorulmuşum da sıcak mıcak demeden uyuyakalmışım…
Kapı vuruluyor…
Genç bir delikanlı… Esmer, hakiki bir yerli… Bana İngilizce rehberlik hizmeti vermek için kampa geldiğini söylüyor. Güleç samimi bir çocuk… İçeriye alıyorum, yatağın üzerine oturup sohbete koyuluyoruz. Adı Gino… Buralara yakın bir köyden olduğunu, İngilizceyi gelen turistlerden öğrendiğini ve hayatında Iquitos dışında hiçbir yere gitmediğini anlatıyor. Sonra benim Türk olduğumu öğrenince pek bir mutlu oluyor çünkü Türk dizilerine hayran. Bana Ezel’i, Onur’u filan soruyor ama ben dizi izlemediğim için fikrim yok. Şaşırdığımı belirtmeliyim, Amazonda Türk dizileri… Çocuğa diyorum ki, ‘bizim Türk halkı bu dizilerin ahlak bozduğunu düşünüyor…” O da gülüyor, “aman yapmayın, novella (eğlencelik) bunlar, kim ciddiye alıyor ki!” Evet, ben de aynısını düşünüyorum ama bir Amazon yerlisinin bizim dar düşünenlere verdiği bu dersten de mutlu oluyorum. Malum, bizim halkımız, iradelerin esen yelle bile yön değiştiriverdiğini zanneden güvensiz insanlar…
Yarım saatlik sohbetin ardından tesisin nehir manzaralı ahşap lokantasında yemek yemeye gidiyoruz. Jeneratör çalıştırmışlar, elektrik gelmiş fakat o da bir saatliğineymiş. Etraf kalabalık, epey turist var. Meğer ben geldiğim saatlerde onlar nehir gezisindeymişler ondan etraf boşmuş. Gino’yla düzelmeye başlamış moralim tamamen yerine geliyor. Amazon ortasında bir başıma olmadığımı anlamak o şartlarda ‘şeker bayramı’ gibi…
Yemekte balık, pilav, bilmediğim bir sebzenin haşlaması ve muz kızartması var. Balık kötü, Amazon balıklarının ortak özelliği bu çünkü ertesi günkü öğlen yemeğinde de başka çeşit bir balık vardı o da kötüydü. Muz kızartması harika… Bu kızartmalık muz ayrı, görünüşü diğer muzlardan farksız ama tadı patatesimsi… Adını bilmediğim sebzeyi de pek beğenmedim, sanki salatalık haşlaması gibi garip bi’şeydi.
Yemekten sonra rehberim Gino, orman gezisi yapacağımızı söylüyor. Grupla mı diye soruyorum, hayır sadece benmişim… Diğer turistler İspanyolca konuştukları için onlara İspanyolca bilen rehber eşlik ediyormuş, İngilizce rehber sadece bana tahsis edilmiş. Gece yarısı orman gezisi! Tuhafıma gidiyor. Bir sürü teori üretiyor beynim. Amazon yerlisi bir delikanlı, bir tek ben ve orman, üstelik gece… Buralarda hâlâ yamyamlık var mı acaba? E yalan yok korku da yaşama dâhil, kibarca yorgun olduğumu ve dinlenmek istediğimi söyleyip odama çekiliyorum.
O gece deliksiz uyumuşum.
Sabah kapının çalınmasıyla uyanıyorum. Sabah da değil daha doğrusu sabaha karşı, henüz gün ağarmamış. Amazon nehrinde gün doğumunu izleyecekmişiz. Benden başka dört turist daha var, yola koyuluyoruz. Gerçekten Amazon’da gündoğumu muhteşem, Amazon’u bildik bir nehir gibi düşünmeyin neredeyse bir deniz kadar ufku açık. Karşı kıyı o kadar uzaklardaki seçmek bazen zor olabiliyor. Bu yüzden kahverengi bir nehir üzerinde gün doğumunu izlemek farklı bir deneyim… Bu esnada Gino garip sesler çıkartarak nehir yunuslarını çağırıyor. Bir anda etrafımızda onlarca yunus atlayıp dans ederek gösteri yapıyorlar. Sabah programı böylece sona eriyor.
Kampa geri dönüyoruz. Kahvaltı hazır. Kahvaltı için de çok iyi şeyler söyleyemeyeceğim. Sadece şaşırtıcı biçimde biz Türklerin kahvaltı alışkanlığıyla aynı olduğunu belirtebilirim, o kadar. Ekmek-reçel-peynir-çay veya meyve suyu… Peynir güzeldi ama diğerleri için aynısını söyleyemem.
Kahvaltıdan sonra bir saatlik dinlenme molasının ardından Gino’yla yeniden nehir gezisine çıkıyoruz. Bu defa başka turist yok, sadece ikimiz ve bir de kanoyu kullanan yerli genç… Yolumuz epey uzun, çünkü Amazon Nehri boyunca iki köye uğruyoruz. Köyler görülmeye değer, maymunlarla insanlar iç içe yaşıyor, hindistancevizi sütü içiliyor, piranha avlıyorlar, havuzlarda timsah besliyorlar, velhasıl ilginç bir deneyim oldu benim için. Bol bol timsah, anakonda, piranha balığı, papağan ve adını bilmediğim daha başka orman hayvanlarıyla haşır neşir olduk.
Evet, küçük bir hayal kırıklığı ile başlayan Amazon Kamp maceram muhteşem bir finalle sona erdi. İyi ki gelmişim, iyi ki görmüşüm ve iyi ki yaşamışım.
Ha bu arada bir hatırlatma yapayım. Bütün dünyada olduğu gibi Amazon ormanlarındaki bu tür kamplara ‘lodge’ deniyor. Yeni bir turistik tesis sınıfı… Doğa tatili yapacaksanız ve internette otel arayacaksanız ‘lodge’ ekini görürseniz bu doğa kampı demektir. İquitos çevresinde pek çok var bu kamplardan fakat tavsiyem bir günden fazla kalmayın. İdeali bir gün kamp, bir gün de İquitos’un içi. Tabii kalp hastalarına da aşırı sıcak ve nem yüzünden bu gölge pek tavsiye edilmiyor onu da belirtmekte fayda var.
Ve Iquitos…
Amazon Kamp’tan rehberim Gino ile birlikte döndük. Aslınd Gino’nun görevi sona erdi ama iyi dost olduk ve İqitos’u beraber gezeceğiz.
Neyse ki bu defa otel fena değil, kliması da var. Kendimi tam yarım saat klimanın altına attığımı hatırlıyorum, Gino’da halime epey güldü. İki gün sıcaktan pelte gibi olmuşum, biraz kendime geliyorum. Gino beni ünlü Belen Pazarı’na götürüyor. Belen, Iquitos’un kenar mahallelerinden birisi ve evler bataklığın üzerinde kazıklar üzerine kurulmuş. İlkellik ve yoksulluğun en görkemlisi burada. Görkemli kelimesini bilhassa kullanıyorum çünkü ‘Bataklık Ülke’ türünden fantastik bir filmden çıkmış gibi her taraf… İnsanın büyülenmemesi, hayret etmemesi ve hayran olmaması mümkün değil.
Belen Pazarı epey büyük. Yiyecekten giyeceğe her şey var… Benim dikkatimi kızarmış timsah etleriyle, şişe dizilmiş ağaç kurtları çekiyor hemen. Bir şiş ağaç kurdu satın alıyorum, yemeyeceğim tabii, Gino’ya veriyorum, o çok seviyormuş. Her tarafta balık kızartılıyor, insanlar kızarmış balık alıp götürüyor evlerine. Tropikal meyveler çeşit çeşit… Kurutulmuş otlar, tarçın kabukları, vanilya çubukları, yerel Amazon içkileri, ne ararsan var. Muhteşem bir tecrübe… Ben bol bol kızartılmış muz yedim çünkü bu bölgede meyveler haricinde damak zevkime uyan bir tek o oldu.
Pazar maceramız bitince otele geri döndük ve artık Gino’yla vedalaşma vakti. Birbirimizi Facebook’ta ekledik, tekrar görüşme temennisiyle de ayrıldık. Ben yarım saat dinlendikten sonra bu defa şehri tanımak için yeniden dışarıya çıkacağım.
İquitos’un merkezdeki sahili bataklık. Fakat bataklık deyince yanlış anlaşılmasın, yemyeşil bitkilerle kaplı bir bataklık, harika bir manzara. Suyu ve yeşili bu kadar yoğun şekilde bir arada görmek mümkün değil. Bataklık boyu, kordon misali turistik bir bölge var. Cafelerin, lokantaların, gazinoların ve müzelerin olduğu upuzun bir cadde. Lüks değil hatta pejmürde ve ilkel ama samimi. Burada, yemyeşil bataklığa bakan manzara eşliğinde dolaşmak, seyyar satıcılardan alış veriş yapmak ve turistik dükkânlardan hatıra eşyalar almak mümkün ve epey keyifli. Hatıra eşyaları deyince Amazon’da ne olur tahmin edin! Neyse bulamadıysanız söyleyeyim; doldurulmuş ve kurutulmuş piranhalar, örümcekler, timsahlar, kocaman böcekler vs…
Hepsi bu kadar mı, değil elbette fakat anlatmak başka yaşamak başka. Ben ne desem eksik kalır.
Bir gece de İquitos’da kaldıktan sonra ertesi gün öğleden sonra geri dönme vakti… Hakiki dünyaya dönüş, masal dünyasından çıkış, ne derseniz artık. Üzgün müyüm, hayır! Havası yüzünden öyle uzun kalınacak yer değil ama görülmeden de ölünecek yer değil. Pek çok yer gördüm, bu seyahat unutulmayacakların 1. sırasından kolay kolay inmeyecek eminim.