Puno, Titicaca Gölü kenarında kocaman bir kent fakat bu kent 1900 lü yılların başından beri zerre değişime uğramamış gibi görünüyor. Mistik denebilir, ilkel de, hatta pasaklı… Ama çirkin değil.

IMG_6485
Cusco’dan ayrılırken, havalimanı kenarındaki yoldan geçiyoruz; duvarı atla, hoop pist…

Evet, Cusco’dan sonra güzergâhımızda Peru’nun yüksek rakımlı şehirlerinden Puno  var. 4000 metrede Titicaca Gölü kıyısındaki bir plâtoda kurulu… Burası Peru’da göreceğimiz son şehir, oradan Bolivya’ya geçeceğiz. Puno’yu anlatmaya devam edeceğim ama önce Cusco-Puno arasındaki yolculuğumuzdan bahsetmezsem Peru çarpar beni…

Sabah erken sayılabilecek bir saatte bir tur otobüsüyle Cusco’dan yola çıkıyoruz. Yol uzun, yaklaşık 9-10 saat süreceği söyleniyor… Otobüs Birleşmiş Milletler gibi, her ülkeden insan var. Bizim şansımıza iki Taylandlı düşüyor –yan sıradaki koltuk sebebiyle- Almışlar sırt çantalarını, iki aydır Güney Amerika’yı geziyorlarmış, gıpta ettik tâbii, bolca da sohbet…

Bu yolculuğun dikkate değer kısmı, güzergâhın geçtiği coğrafya…  And Dağlarının zirvesinde etnik özelliklerini kaybetmemiş köylerin içinde devam eden bir şehirlerarası yol, öyle duble-muble değil, bizim eskiden Kütahya Afyon yolu nasılsa öyle… Zaten sonradan anlıyoruz ki asfalt yolu ve seyrek de olsa akan trafiği görmesek kesinlikle İnka dönemine ışınlandığınızdan zerre şüphe duymayacağız.

Cusco’dan 1 saat sonra az önce bahsettiğim köylerden birisi, Andahuaylilas’da mola veriyoruz. Köy ortasında büyükçe bir meydanın karşısında kocaman bir eski kilise var. Etrafta da tezgâh açmış yerli kadınların sattığı el işi alpaga yününden dokunmuş kazaklar, şallar, eldivenler, çoraplar vs… Ortalık rengârenk. Meydandaki tarihi kilisenin (Koloniyel Dönem) solunda küçük bir müze dikkat çekiyor. İçeriye girdiğimiz de cam fanuslar içinde sergilenen on kadar kafatası karşılıyor bizi ama bu standart insan kafataslarından daha farklı. Hörgüçlü kafatası dediğimiz, yukarıya doğru uzun olanlardan, bir tane de pek insana benzemeyen daha küçük bir kafatası… Gerçi Lima’dan ayrılıp kırsala doğru yola çıktık çıkalı insandan farklı varlıkların bir zamanlar buralarda cirit atmış olabileceği ihtimaline o kadar çok tanık olmuşuz ki bir kanıksama duygusu içindeyiz.

20150501_081409
Andahuaylilas Müzesi…
20150501_081606
Andahuaylilas Müzesindeki kafataslarından birisi…

Sırada Raqchi adında bir ören yeri var; eski bir İnka şehrinin kalıntıları… Belli ki epey büyük bir kentmiş, yayıldığı alanın büyüklüğünden anlıyoruz bunu. Devasa tapınak duvarları ile ev kalıntıları epey etkileyici. Burada da yine kadınların tezgâh kurduğu kocaman bir Pazar dikkat çekiyor. Andahuaylilas’tan farklı olarak burada bolca el ve süs eşyaları mevcut. Raqchi’den de etkilenmiş vaziyette ayrılıyoruz.

20150501_103710
Raqchi Pazarı…
IMG_6539
Raqchi Harabeleri…

Üçüncü durağımız LaRaya… Burası bir dağ geçidi ve rakım 4335 metre.  Muhteşem bir doğa var etrafta. İnsan ruhunu dinginleştiren, yaşamın en güzel yüzünü hatırlatan ve bence Peru’da gördüğümüz en güzel yerlerden birisi…

20150501_132731
LaRaya’da ben…
20150501_132952
LaRaya’da Murat…

Otobüsümüz yola devam ediyor. Ortalama rakım 3000-4000 metre arası ve daha önce Machu-Picchu’ya giden Krallar Vadisi’nin bir benzeri coğrafya… Etraf yüksek dağlarla çevrili, bazen aralarda yeşil çimen kaplı platolar, buralarda otlayan lamalar, inekler… Kerpiçten yapılmış evlerin bulunduğu irili ufaklı köyler… Kesinlikle bin yıl önceki hayat tam da bu. İnsan ruhu özüne dönüyor, akıl sakinliği denen farklı bir huzura çekiliyor ve gitgide ağırlaşan yaşam yükünden kurtulmuş hissediyor. Bu yolculuk boyunca en az yüz kere şu köyde kerpiç bir evim olsun ve bir daha kent hayatına dönmeyeyim demişliğim var, abartmıyorum.

IMG_6577
Cusco – Puno arası köylerden birisi…

Sonunda vadi bitiyor ve kocaman, düz bir platoya çıkıyoruz. Coğrafya bilgim artık Titicaca Gölü’ne yaklaştığımızı söylüyor. Bu plâtonun adı, Alto Angara… Burada bir parantez açmak istiyorum. Angara, aslında Sibirya’da Baykal gölünden çıkan büyük bir nehrin adı. Bu bölge ilk Türklerin yaşadığı ve Orta Asya’ya yayıldığı yer. Bizim başkentimiz Ankara’da buradan gelme. Peki Peru’daki Angara nereden? Peru’nun yerli halkı olan Aymaralar ve Quechuaların dilleri bizim dilimize çok yakın. O zaman biz Türkler Orta Asya’dan çıkmadan önceki geçmişimizde bu Peru yerli halkıyla bir bağlantımız var olmalı değil mi? Zaten Atatürk’te bu ilişkiden şüphelenip Orta Amerika’ya Tahsin Mayatepek’i gönderip araştırma yaptırmamış mıydı? Parantez bu kadar. Ötesini araştırıp bulun, ben araştırdım, bu ilişkiyi bir- iki romanımda kullandım.

20150501_133940
Alto Angara…

Neyse, Alto Angara’da mola verdiğimiz köyün adı Pukara… Vakit artık ikindi saatleri. Sabah erken çıkmıştık Cusco’dan… Ne kadar yol aldığımızı anlayın diye belirtiyorum. Pukara’nın epey görkemli bir kilisesi var. Otobüs yolcularının ilgisi bu dini yapı oluyor haliyle. Biz ise artık kilise görmekten bıktık, yalan yok. Büyükçe bir market var oraya dalıp alışveriş yapıyoruz, kilisenin karşısındaki müzeyi geziyoruz. Pukara’da başka bir şey yok, daracık toprak sokaklarıyla, çamur sıvalı evleriyle yolculuk boyunca gördüğümüz diğer köylerden farksız.

IMG_6601
Pukara Kilisesi

Pukara’dan sonra yarım saat mesafede Peru’nun uzak kırsal kentlerinden Juliaca’nın içinden geçiyoruz. Buradan uzun uzun bahsetmeyeceğim çünkü konaklayacağımız Puno’nun bir benzeri, Puno için ne yazacaksam aynısı Juliaca içinde geçerli. Tek fark Juliaca dümdüz bir plâtoda kuruluyken Puno Titicaca Gölü kıyısında engebeli bir arazide yer alıyor. Mesafe olarak da birbirine yakınlar zaten.

20150501_162611
Juliaca yakınları…

Sonunda Puno; vakit ikindinin son demleri, bir tepeden aşağı kıvrılırken önce Titicaca Gölü’ne çarpılıyorsunuz sonra da aşağılardaki Puno kentine… Manzara muhteşem. Sahilleri yemyeşil sazlıklarla kaplı açık mavi bir göl, kırmızı tuğlalı basit ilkel evlerin arı yuvaları gibi üst üste bindiği mahalleler… Nitekim kentin içinde yol almaya başladığımızda yol boyu tanık olduğumuz ilkelliğin, basitliğin ve salaşlığın devasa boyutlarını görmeye başlıyoruz. Vızır vızır gidip gelen mototaksiler, yerel kıyafetli kadınlar, eski püskü evler, daracık sokaklar… Hayır, ne zamandır Peru’dayız ve ta Chinca Alta’dan beri bu görüntüleri kanıksadık fakat Peru^ya dair ne varsa Puno daha abartılı, daha muhteşem… İlkelliğin, salaşlığın, basitliğin muhteşemliği mi olur demeyin, oluyor ve bunu anlamak için görmek, solumak gerekiyor.

IMG_6659
Puno’ya giriş…

Otobüs, yolcularını Puno’nun göl kıyısındaki terminalinde indiriyor. Biz bir taksiye binip, önceden rezervasyonlu otele doğru yola çıkıyoruz. Otelimiz, Sonesta Posada del İnka, kentin biraz dışında göl kıyısında tek katlı modern, ferah bir yapı. Titicaca Gölü manzaralı odam on saati geçen otobüs yolculuğumun bütün yorgunluğunu unutturacak cinsten…

20150502_065156
Otelimiz ‘Sonesta Posada del İnka’

Akşam olmak üzere, hava iyice kararmadan şehre inelim diyor Murat. Haklı, akşam olunca her yerin kapanıp, halkın evlerine çekileceği bir şehir olabilir ve biz boş sokaklarda dolaşırız. Öyle olmadığını ve gece dahi cıvıl cıvıl bir kent olduğunu anlayacağız birazdan ama önce dolmuş maceramız…

20150502_071537
Otel’den Puno manzarası…

Otelin önüne çıkıyoruz, burası köylerden şehre giden bir yol olmalı çünkü sürekli dolmuşlar gidip geliyor. Murat, taksiyle değil, dolmuşlardan birisine binip şehre inmeyi teklif ediyor, ona katılıyorum. Geçen dolmuşlardan birisine el ediyoruz, duruyor. Bizim bildik dolmuş minibüslerden birisi. İçerisi kalabalık, biraz da kokuyor. En arka koltuktan iki erkek ayağa kalkarak bize yer veriyor, bu jest bizi mutlu ediyor, olmaz filan diyoruz, ayakta gideriz, ama köylüler ısrarcı. Teşekkür edip oturuyoruz artık.

20150501_190658
Puno Pazarı…

Dolmuş hareket edince köylülerin gözü bizde, kaçamak bakışlarla süzüyorlar. Ön koltukta oturan gençten birisi yerel dilde nereli olduğumuzu soruyor, yani sorusunun öyle olduğunu anlıyoruz yoksa yerel dil bildiğimizden filan değil. ‘Türkiye’ diyoruz. Amanın bir ilgi başlıyor, şaşkınız. Biraz önce merakla bakan gözler bu defa sempatiyle, gülerek bakıyor. Ben de Aymara dilinden bildiğim bir kaç kelime söylüyorum, örneğin onlarda ‘hatun mama’ babaanne demek, el-kol hareketleriyle Türkçe’de de bu kelimenin var olduğunu anlatıyorum. Sonra yüzyılın başında içlerinden çıkmış ünlü lider Manço Kapak’tan bahsediyorum, İnka döneminin görkemli kumandanı Atahualpa’dan bahsediyorum… Çılgın vaziyette herkes bir şey söylüyor ama ne biz onları anlıyoruz ne de onlar bizi… Sadece ortak kelimeler uçuşuyor kulaktan kulağa. Yine el-kol hareketleriyle Türkiye’de Alanya adlı şehirden geldiğimizi anlatıyorum. Peru’da da Alanya adlı bir kasaba var ve bu kelime yerel dilde ‘bereketli topraklar’ anlamına geliyor, aslı ‘Allaanyay’ olan bu kelime zamanla onlarda da alanyaya dönüşmüş. Böyle ortak üç beş kelimeyle bir dünya iletişim kuruyoruz, hepimizde bir keyif, velhâsıl bu unutulmaz yolculuk bitiyor ve Puno merkeze geliyoruz. Dolmuştan inerken köylüler bizlerle tokalaşıp vedalaşıyorlar. Mutlu mesut ayrılıyoruz. Sonradan öğreneceğiz; meğer Peru’da okullarda Türkiye ve Atatürk, ders olarak geniş biçimde işleniyormuş. Sebebine gelince, Türkiye’nin özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında emperyalist ülkelere karşı verdiği savaş örnek gösteriliyor, büyük bir lider olarak Atatürk takdir ediliyormuş. Peru yazı dizimin önceki bölümlerini okuyanlar bilir; Perulular Amerika ve Avrupa’ya soğuk bakan, emperyalist ve yayılmacı güçler olarak gören bir ulus. O meşhur Amerikan markaları pek girememiş ülkeye. Sokaklarda dolaşan otomobiller bile Uzakdoğu markaları. Böylece Peru’ya ayak bastığımızdan beri merak ettiğimiz Türk sevgisinin nedenini sonradan da olsa öğrenmiş olacağız. Yoksa Lima’da Atatürk büstünün işi ne diye meraklanıp duracaktık.

Dolmuştan indiğimiz yerin kırk elli metre ötesi kocaman bir pazar, haliyle o tarafa yürüyoruz. Böyle bir yerel pazar Chinca Alta’da görmüştük ama bu daha muazzam. Yürü yürü bitmeyen, tezgâhta sergilenen ürünlerin pek çoğunun ne olduğunu anlaşılmayan bir pazar…  Hem pazarcılar hem de alışveriş yapanlar tamamen yerli halktan insanlar. Ortalık panayır yeri gibi, yerli kadınlar rengârenk giyiniyor zaten, muhteşem bir çümbüş… İki saat dolaşıyor alışveriş yapıyoruz, ayaklarımız ağrımasa, yorgunluktan dilimiz ağzımızdan dışarı çıkmasa daha dolaşacağız da pes… Peru şehirlerinin Plaza de Armaslarını görmeden olmaz, malum oralar kent merkezi olduğu için aynı zamanda kenti görmek sayılıyor. Hem bir şeyler yemek hem de görmek için sorarak tarif alıyoruz neyse ki yürüme mesafesinde.

Diğer bütün Peru şehirlerinde olduğu gibi kalabalık, cıvıl cıvıl bir meydan… Tâbii bu meydanların başköşesinde her zaman koloniyel dönemden kalma ya bir kilise oluyor ya da katedral. Etraf seyyar satıcılarla dolu… Meydana çıkan caddelerden birisi de bizim İstiklâl kıvamında modern sayılabilecek dükkânların sıralandığı bir alışveriş merkezi. Biz Peru’ya geldik geleli pazarcıyız, pazarlar varken böyle modern caddeler keyif vermiyor. Hızlı adımlarla caddeyi kat edip gözümüze kestirdiğimiz bir lokantaya girip karnımızı doyuruyoruz vakit epey geç olduğu için ardından bir mototaksiyle otel…

Puno’nun en büyük özelliği Titicaca Gölü… Bu göl aynı zamanda dünyanın en yüksek rakımlı gölü (4000 metre) ve hem Peru ve Bolivya sınırları içinde kalıyor. Göl içerisinde sazdan adalarda yerli halklar yaşıyor. Bu adalardan en bilineni Isla Uros (Uros Adası) Burası turistlerin akınına uğradığından biraz etnik özelliklerini kaybetmiş ve işi ticarete dökmüş görünse de yine de yerel kıyafetleri, sazdan kayıkları ve kulübeleriyle büyüleyici bir masal dünyasından söz edilebilir. Puno’ya gidilirse olmazsa olmaz görülecek yerlerden Uros. Daha açıktaki Amantani ve Tekila Adaları ise daha bakir… Güneye doğru başka adalar da var ama onlar Bolivya’ya ait. Puno’yu ziyaret edecekseniz sadece Uros Adası’yla yetinilmemeli diğer iki ada da mutlaka görülmeli.

20150502_094535
Titicaca Gölü…

Biz Puno’da bir gündüz bir gece kaldık. Tıpkı Cusco gibi burası da bir günlük şehirlerden değil. Bir kaç gün kalınacak, her bir sokağı bir sürü sürprize ve yepyeni deneyimlere açık olduğundan bıkıp usanmadan gezilecek, Titicaca Gölü’ndeki bütün adaları ziyaret edilecek, muazzam doğanın tadı çıkarılacak, hatta meraklıysanız İnka ruhunun hiç kaybolmadığı bu coğrafyada meditasyon yapılacak harikulade bir destinasyon…

İşte böyle, Puno’nun tadı damağımızdayken seyahatimizin Peru bölümü sona eriyor. 100 km. mesafede Bolivya sınırı var ve ertesi sabah Titicaca’nın güney ucundaki Bolivya şehri Copacabana‘ya doğru yola çıkacağız.