İnsanoğlu tuhaftır…

Kaderinin yükseklerde olduğunu zanneder fani, oysa bilmez ki kader bir kere yazılır ve akışına bırakılır… Tıpkı bir zirveden bırakılmış yuvarlak kaya parçası gibi yuvarlanır gider, lâkin arazi onu nereye götürürse! Artık önüne çıkacak engelleri aşabilir mi, yoksa parçalanıp cismi sona mı erer bilinmez…

Zaten kader bunu yazmaz, hem neden yazsın, her şey baştan belli olsa beyne ne gerek var değil mi? Yaradan neden koysun kafatasının içine o lopu? Neden tercih hakkı versin? Yoksa faninin yolunu çizer sonra koyar kapıya…

Neyse, anlaşıldı herhâlde, kader yalnızca başlangıçtır, kısmetler belirler yolu sokağı. Elbet yol alırken bırakılacak etkilere de bakmak lâzım. Kaderine salınmış, bir başka deyişle zirveden bırakılmış kaya parçası geçtiği yerleri ezip yıkabilir, onarılmaz yaralar açabilir ya da tam tersi… Yumuşacık ilerleyebilir, bir bebeğin ilk adımları gibi… Yahut zarif bir balerinin parmak ucuna basarak dans etmesi gibi, sevgiyle…

Bu çok boyutlu bir paradoksun ilişkisidir işte.

Kâinatın bağları sağlam olduğundan, ilişkiler süreklidir, zira kâinatın zamanı yoktur. Bunu bilmeyince geçmişte kaldığı zannedilen bir ilişkinin hesapları gelecekte eteklere dökülüverir. Ve fani buna kader der. Kaderin ne olduğunu bilmeden kadere kimlik biçer…

Kader faninin bırakıldığı zirvedir, ötesi onun yolu… O yol, kısmetler yaratılarak bizzat fani tarafından çizilir.

Tâbii yaratılan kısmetler de bir gün ele-ayağa dolanmayacak şekilde biçimlendirilmeli. Yoksa hayat Cehenneme döner bir gün, gerçek Cehenneme… Fani, Cenneti-Cehennemi hayal ederken tam içindedir de anlayamaz. Kısmetler Cennetini-Cehennemini yaratmıştır da hırslarının ve arzularının esiri olduğundan göremez. Hayal ettiği her şeyin bir nefeslik mesafede olduğunu bilemez. Sadece bir nefeslik mesafe… Evet, gerçekten öyle… Cennet de Cehennem de o kadar yakın işte.

Mehmet Mollaosmanoğlu /  KUTSAL ADALET adlı romandan…