Tefecilere karşı eşzamanlı jandarma-polis işbirliğinde operasyon başlatıldı. Aralarında bir mimar, döviz bürosu sahibi ve galericiler olan on beş kişi gözaltına alındı…
Yerel gazetenin manşetten verdiği haber bu…
Ne tuhaf bir ülkeyiz! Huzursuzluk hep yanı başımızda, huzursuzluktan payelenenler de. Huzursuzluğa neden olan şartları doğuranlar ise tepemizde.
Herkes biliyor ekonomik kriz başladığından beri kentin tefeci kaynadığını, hani tundralarda kuraklık başladığında harap düşmüş sürülerin peşindeki akbabalar gibi… Gerçi bir fark var; akbabalar av ölsün diye bekler, tefeci ise ölmek üzere olan ava bir yudum su verir. Zira ölüm anındaki şuur kesintileri avı kontrol altına almayı kolaylaştırmıştır. Yani demem şu ki; akbaba karnını doyurmak için adı ölüm olan ilahi sona programlanmışken, tefeci adı kriz olan ekonomik sona müdahale ederek karnını doyurmaya programlamıştır kendini. Bu yüzden akbabalara daha fazla haksızlık etmeden tefecileri irdelemeye devam edelim.
Önce kimdir bunlar ona bir bakalım… Çocuklukları ve ilk gençlik yılları tıpkı bir böcek gibi ezilerek geçmiştir. Her ezilişte, paranın gücünü idrak ederek ve bu gücü soluyarak ayağa kalkmayı becerebilmişlerdir. Bir daha ezilmeyecek şekilde ayağa kalktıklarında ise artık böcek değil birer ejderhadırlar. Şimdi ezme sırası onlardadır.
Acımasızlıkları da devreye girdiğinden paraya yön vermeyi iyi bilirler ve bu yüzden orta yaşlara doğru sıkı birer işadamı olmuşlardır. Bu ülkede ekonomi bir türlü sağlam zemine oturamadığından, tefecilik daima risksiz-garantili para akışı sağlar; işte bu nedenle tefeciliği paravan şirketlerle devam ettirirler. Zaten müşteri kitleleri de kendileriyle beraber basamak atlamıştır. Dedikodudan korkan kalburüstü kesim artık müşterileri haline geldiğinden az ama öz iş yapmaya başlamışlardır.
Bu işadamı-tefecilerin ortak bir özelliği vardır. Genelde hacca giderler, namaz kılarlar hatta cami yaptıran da vardır içlerinde. “Hacım,” diye hitap edilmesinden pek hoşlanırlar. Biraz daha ‘ar’lı olanlar az önce bahsettiklerim kadar abartmasa da, iki lafın arasında dürüstlükten-insanlıktan bahsederek ruhlarındaki küçük bir insanlık kırıntısını canlı tutmaya çalışırlar.
Bir de bu işi yapan serseri takım vardır. Öncekiler kadar geniş hacimli değildirler ancak daha tehlikelidirler. Öbürlerinin avukatları vardır, aksaklıklarda icra dairelerini ve mahkemeleri ve hatırlı çevrelerini devreye sokarlar. Ama bu serseri takım ise hukuk-mukuk dinlemez, kurbanın evini-işini basar, taciz eder. Sonuçta, kurban derde kalıp ölmediyse memleketi terk eder gider.
Abartmıyorum, gözümüzün önünde olan şeyler hepsi. Doktor gibi, mühendis gibi bunlar da ekonomik-sosyal hayatın içinde yerlerini almışlar.
Şimdi şu soru sorulabilir; bir insan tefeciden neden para alır?
Ülkede ekonomik istikrar olmayınca, yatırım yapmış olan bireyin sürprizlerle karşılaşma olanağı çok fazladır. Avrupa da ki gibi, ‘yerimde oturayım, kendimi riske atmayayım, işsizlik parası bana yeter,’ deme şansı yoktur. Ticaret yapmayacaksa, devlet memuru filan da değilse, o zaman açlıktan ölme ya da dilenci olma şıklarından birini seçecektir. Hele bir de fazla dürüst ise, üçkâğıttan anlamıyorsa ekonominin yalpalayan çarkı arasına sıkışıverecektir. Pişkin devlet bu işte hiç suçu yokmuş gibi banka kapılarından geri çevirecektir mağduru… O da minnet duyguları eşliğinde tefeciden aldığı paralarla borcunu ödeyecektir. Artık aylık yüzde on beş-yirmi faiz dönemi başlamıştır hayatında… Bu devlet neden var diye sormak aklına gelmeyecektir hiçbir zaman. Hoş gelse ne olacaktır, o da ayrı bir muamma!
Şimdi şu sorulabilir; İcra dairelerindeki takip dosyalarında çok büyük rakamlarla yapılan takipler vergi dairelerinin niçin ilgisini çekmez? Ki icra dairelerinin para hacmi şu anda bankalardan çok daha fazla… Küçük esnafın 3-5 liralık fiş kesip kesmediğinin kontrolünü yapabilen, bankalardan beş bin lira üzerindeki havaleleri kontrol edebilen bir kurum, devletin bir başka kurumundaki belgelere neden bir göz atmaz?
Son soru da şu olabilir; Meslek etiği denen bir şey varsa, kanunsuz olmamakla beraber vicdanlar sızlıyorsa, bazı avukatlar bu işin neresinde olduklarını hiç düşünürler mi? Zira ekonomik krizle beraber kentteki avukatların büyük bölümü tefeci mağdurlarına icra taşımaya başladılar. Avukat diyebilir; ‘Bana senet-çek getirdi, icra takibi yapmak görevim…” Ama o senetleri çekleri getirenlerin söndürdüğü ocaklarda, sebep olduğu ölümlerde ya da dağılan yuvalarda ki katkısını da mesleki görev olarak mı algılar?
Sonuç; Bu ülke kocaman bir satranç tahtası, farklı frekanslarda bir sürü zıtlıklar aynı anda maç yapıyor.
Piyon, mağdur bireyler, yani av; oyun onlarla başlayacak.
At ise tefeci-fırsatçı-üçkağıtçı vs., oyundaki bütün taşları çaktırmadan yandan vurma hesabı yapıp duracak.
Fil, ekonomi; düz gitme olanağı hiç yok.
Kale, avukat; net göremediği halde uzak mesafeli avları da vurabilme yetisine sahip…
Vezir, hukuk; üstte saydığımız bütün taşlara önünde diz çöktürür, çünkü hareket alanı geniş. Ancak buna rağmen yenilmez değil! Bazen bir piyon bile onu alt edebilir.
Şah ise devlet oluyor. Böyle bir oyun alanında daima şah-mat olmaya namzet…
Hâlâ bu ülkede yaşamaya kararlıysanız iyi oyunlar… Kötü bir yanı da yok aslında, çok oyun refleks arttırır.
gercekten cok guzel bir blog, eger twitter veya facebook sayfasi varsa hemen
ekliycegim.
BeğenBeğen
Teşekkür ederim 🙂
BeğenBeğen